Akademik Yazımda “Empati”: Kısa ve Net Cümleler Kurmak

İtiraf edelim, hepimizin olmasa da birçoğumuzun akademik cümlelerin uzun ve karmaşık olması gerektiğini düşündüğü ya da akademik bir metinde upuzun bir cümle gördüğünde bunu normal karşıladığı bir dönemi olmuştur. Aslında bunun arkasında, kendi kendimize, ilmek ilmek ördüğümüz bir anlayış var: Bir cümle çok uzun ve aynı zamanda anlamlı ise, bu durum, yazarının üstün bir dil kullanma kabiliyetine sahip olduğunu gösterir. Cümlenin uzunluğu artıyor ve buna rağmen anlamlılık devam ediyorsa, yazar eşsiz bir kabiliyete sahiptir. Ayrıca eğer akademik bir metindeki uzun cümleler anlaşılması zor ise, o da bizim anlama kabiliyetimizdeki eksiklikten kaynaklanır. Birileri bize bu anlayışı doğrudan yüklemedi. Biz muhatap olduğumuz akademik metinlerin genel karakteristiği ile kültürel olarak kodlarımıza işlenen kontrolsüz tevazuyu birleştirerek bunu öğrendik. Sonra da doğru kabul ettik.

Eğer edebi bir metin ortaya koymak gibi bir amacınız yoksa – ki bence burası da tartışılır – sözcükleriniz mümkün olduğu kadar kısa, net ve anlaşılır olmalı. (Anlamlı olması gerektiğini söylememe gerek yok, sanırım). Akademinin yazılı olmayan kurallarındandır bu. Belki de artık yazılı bir kuraldır.

Şimdi buradan empatiye nasıl geleceğim, inanın ben de merak içindeyim.

Birkaç yazı önce “akademik bir metni psikolojik süreçlerle ilişkilendirebilir miyiz?” diye sormuştum. Aynı soruyu tekrar soruyorum ve ekliyorum: Yazdığınız akademik bir metne hiç empati ile yaklaşmayı denediniz mi? Empati, kısaca, kişinin kendisini bir başkasının yerine koyarak onun gibi hissetmesidir. Bu durumda akademik bir metni yazarken empati ile yaklaşmak, muhatabının yani okuyucunun yerine kendini koyarak yazmaktır. Hem yazar hem de okuyucu olmaktır. Hemen herkes yazdığı bir metni son kez baştan sonra okur. Bu son okumayı yaparken yazar, her bir cümleyi zaten kendisi yazdığı için anlama sorunu yaşamayacaktır. Fakat burada okuyucunun gözüyle okuma yapmak, yani empati içeren bir tutumla yaklaşmak, işin boyutunu değiştirebilecek bir yaklaşım. Empati ile yaklaştığınızda esas mesele anlatmak değil; anlaşılmak olur. Anlaşılmanın en önemli parçası da karşındakini zorlamadan, kolayca anlaşılmak. Çünkü herkes bir şeyi anlamaya çalışırken bunun kolayca gerçekleşmesini ister. Burada sade, kısa ve açık cümlelerin kullanımı, o halde, empati içeren bir yazarlık biçiminin tek unsuru olmasa da önemli unsurlarından biri. Okuyucuya keyifli bir okuma deneyimi sunmak ya da etkileyici bir yazarlık sergilemek her akademik yazarın yapabileceği bir şey değil; ama açık ve net olmak herkesin sunabileceği bir yazarlık tarzı. Bu bakımdan akademik bir metinde empatiye yer vermenin belki de en kolay yolu.

Uzun ve karmaşık cümleler, okuyucuyu bir zaman sonra üstünkörü bir okumaya yönlendirir. Okuyucu anlamaya çalışmaktan bir süre sonra vazgeçer ve metinden kopar. Eğer amacınız düşüncenizi aktarmak ve anlaşılmak ise, böyle bir durumla karşılaşmak tabi ki istemezsiniz. Uzun uzun akademik cümleler yazıyorsak hiç kusura bakmayalım; şu üç şeyden biri ya da birkaçı vardır bunun altında:

  • Ne söyleyeceğini ya da söylemeye çalıştığını kendisi de tam bilmemek fakat bunu belli etmemeye çabalamak.
  • Halen uzun cümlelerin karizmatik olduğunu düşünmek ve kendini işin uzmanı gibi gösterme kaygısı.
  • Yazdığını dönüp tekrar okumamak ve anlaşılma derdi taşımamak.

Kısa ve anlaşılır şekilde yazmak benim uzun zamandır kendimle ilgili çalıştığım ama hala tam anlamıyla, özellikle İngilizce yazarken, istediğim noktaya erişemediğim bir akademik seviye. Bu konuda şu an okuduğunuz yazıyı yazmak ise, en son üzerinde çalıştığım bir metni tekrar okurken, kendime hitaben “ya hu insan okuyacak bunu, insaf” dediğimde aklıma geldi. Karmaşık, uzun bir cümle kurmuşum. Cümle anlamlı ama kafa karıştırıyor. Cümleyi iki parçaya bölerek çözüm buldum. Uzun ve karmaşık yazmanın bir de çok daha vahim bir versiyonu var. Bir metinle karşılaştım, bir sürü şey söylemeye çalışan bir sürü cümle dolu. Cümlelerin bazıları o kadar uzun ki, anlayarak okumaya kalktığınızda cümlenin başından başka anlam, sonundan başka anlam çıkıyor. Sonunda da okuyucu olarak elinizde bir tek hiç bir karşılığı olmayan bir zihin yorgunluğu kalıyor. Bu yüzden hakemlik yaptığım makalelerde ya da okuduğum tezlerde yazar akıcı, kısa, net bir uslup kullanmışsa ilk işim bunu taktir etmek oluyor.

Photo 1 by Chastagner Thierry on Unsplash

Photo 2 by Lysander Yuen on Unsplash

Literatürdeki Boşluğu Problem Haline Getirme / Akademide Manipülatif Yazarlık-2

Yazının ilk bölümünde manipülatif olarak nitelendirilebilecek bir usulden bahsetmiştim (bkz. işte burada). Konunuzun önemini, ele alınmaya değer olduğunu, literatüre katkı sağlama potansiyelini vurgulamak için mevcut literatürü bilinçli çarpıtma girişimi. Bunun bilinçsiz olarak yapılanı da olabilir. Fakat manipülasyon ifadesini kullanacaksak, bilinçli bir davranış olduğunun altını çizmemiz gerekir.

Akademik yazarlıkta manipülasyon: kendi argümanının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyabilmek amacıyla mevcut literatürün meseleyi ele alış biçimini, mevcut iddiaları bağlamlarından kopararak “problemli” göstermek suretiyle meselenin ele alınmaya değer ve alternatif bakışlara muhtaç olduğu hissiyatını yaratmak ve okuyucuyu bu doğrultuda yanıltmak.

Bu mesele ne aşamada doğuyor? Ele alınması planlanan konunun problem haline getirilmesi aşamasında.

Eğer bir konuda çalışma yapacaksanız ve eğer gerçekten iyi bir çalışma olsun istiyorsanız, o konuyu bir şekilde problematize etmek yani problem haline getirmek zorundasınız. Bunun yolu ise ilk olarak literatürü iyi tanımaktan geçiyor. Literatürü iyi tanımak, size, o konudaki literatürün mevcut durumunun yol açtığı eksiklikleri, sorunlu yanları görmenizi sağlayacaktır. Nelerin ele alınmış olup nelerin atlandığı ya da belki bir meselenin yeni ortaya çıkan bir sorun olduğu için henüz dikkat çekmediğini gösterecektir. Buna literatürdeki boşluk diyoruz; ama siz bunu her zaman kelimenin tam anlamıyla boşluk olarak anlamayın. Bu konuda daha fazla detay için bir süre önce çektiğim şu videoya göz atabilirsiniz:

Daha önce bahsettiğim makalede yazar, belki de farkında bile olmadan, yanlış bir hareket noktasından ilerlemişti. O, mevcut yaklaşımları problemli göstererek kendi yaklaşımını ortaya koymaya çalışıyordu. Halbuki ele almaya çalıştığı konunun ait olduğu literatürün sorunu daha farklıydı. Yazar, o konuda diğer yazarların büyük bir ayrım içerisinde olduğunu söyleyerek, sanki o alanın en belirgin tartışmalarından birini ele alıyormuş gibi göstermeye çalışıyordu. Halbuki, o konuya yıllarını vermiş ve literatüre hakim olan biri olarak ben biliyorum ki, ele aldığı mesele, üzerinde çok da durulmamış bir konu. Çünkü belli ki, çok problemli bir mesele olarak görülmemiş ve atlanmış.

Fakat başkaları bir konuyu kayda değer bir mesele olarak görmedi diye biz bu konuyu ele alamaz mıyız?

Tabi ki alabiliriz. Ama eğer biz gerçekten ele almaya değer görüyorsak. Bahsettiğimiz yazar (1) konunun hak ettiği değeri görmediğini, (2) sadece şu şu yazarların konu hakkında bir iki söz söylediğini (nerede ve ne şekilde söylediklerine direkt kaynak referansı vererek), (3) fakat meselenin gereken şekilde detaylı ele alınmadığını söyleyerek işe başlayıp, (4) bu durumun konunun bütün olarak anlaşılmasına şu şu şekilde engel olduğunu belirtip, (5) tüm bunların karşısında aslında şu şu sebeplerden dolayı önemli ve ele alınması gereken bir konu olduğuna dikkat çekerek başlayabilirdi. Yani, kısaca, konuyu tartışmalı bir alan olarak göstermek yerine literatürde boşluk olduğu sorunundan ilerleyebilirdi. Eğer konunun ele alınmaya değer olduğu, fakat yeterince ele alınmadığı sorunundan hareket etseydi, benim ve belki de başka yazarların da görüşlerini, tartışmalı bir tarafa ait kılmak adına çarpıtma ihtiyacı hissetmezdi. Yazar bunu farkında olmadan yapmış olsa dahi, bu davranışının temelinde yanlış hareket noktasından ilerlemesi ve cevabını aradığı soruyu bu yanlış hareket noktasının belirlemiş olması kuvvetle muhtemel. Yani, siz mevcut yaklaşımları a ve b olmak üzere iki kutupta kategorize etmek istediğinizde karşınıza çıkan her cümleyi bu gruplardan birine sokacak bir bakış açısıyla okursunuz ve nihayetinde bağlamdan kopuk bakış açısı ortaya çıkabilir. Sonuçta en kolay olan yol bu olduğu için de, sizin davranışınızın manipülasyon amaçlı olup olmadığı konusunda soru işaretleri doğar ve akademik bir yazar olarak güvenilirliğiniz zedelenir.

Tez konusu ya da makale konusu olarak ele alınmaya değer gördüğünüz bir problemin yeterince ele alınmadığını gördünüz, fakat buna nasıl dikkat çekeceğinizden emin değil misiniz? Benim önerim burada kendinize aşağıdaki 3 soruyu sorarak şu şekilde ilerlemeniz olacaktır:

  1. NE sorusu: Burada önce kendinize şu soruyu sorun: Bu konunun yeterince ele alınmamış olmasının arkasında, en temelde ne yatıyor olabilir? Bu sorunun cevabı sizi iki sonuca götürebilir: I) o konuyu ele almanın kimseye bir faydası yoktur, literatüre katkı sağlamayacaktır, ya da o konu hakkında bir çalışmanın yürütülebilmesi için yeterli malzeme yoktur, konu bir yere varamıyordur. O yüzden ele alınmamış, değinilip geçilmiştir. II) ele alındığı taktirde gerçekten literatüre katkı sağlayacak bir konudur fakat henüz pek dikkat çekememiştir. Ta ki siz farkedene kadar. Eğer sorunun cevabı I numaralı cevap ise zaten ne yapacağınızı biliyorsunuz.
  2. NEDEN sorusu: Eğer sorunun cevabı II numaralı cevap ise şu soru ile devam edebilirsiniz: Bu konu/soru literatür için neden önemli? Burada okuyucuyu konunun önemli olduğuna ikna etmeniz beklenir. Bunu illa ki uzun uzadıya yapmanıza gerek yok. Çoğu zaman bir iki cümle iş görebilir.
  3. NASIL sorusu: Burada kendinize soracağınız son soru ise şu: Bu konuyu/soruyu ele alarak literatüre nasıl bir katkı sağlamış olurum? Bu soruya vereceğiniz cevap aynı zamanda sizin çalışmanızın amacını da tespit etmenize yardımcı olacaktır.

Photo by Rabie Madaci on Unsplash

Akademide Manipülatif Yazarlık -1

Akademik bir metni psikolojik süreçlerle ilişkilendirebilir miyiz? Ahlak anlayışımızın akademik çalışmalar da dahil, ortaya koyduğumuz her işte kendini gösterdiği bir gerçek. Peki diğer insanî durumlar? Mesela gerçekleri çarpıtma eğilimine akademik yazarlıkta rastlayabilir miyiz?

Bir makale yazarken sizden mevcut literatürü arkanıza almanız beklenir. Literatürü arkanıza alarak kendi argümanınızı desteklersiniz. Bunun iki adımı var. Birincisi kolay adım: Sizinle aynı fikirde olan yazarların görüşlerine yer verirsiniz. Yani “bak ben bunu söylüyorum ama, aynı şeyi söyleyen başkaları da var, bence bir düşün…” alt mesajıyla kendinize destek temin edersiniz. İkincisi ise zor adım: Sizden farklı düşünenlerin, hatta tam tersini düşünenlerin iddialarına yer verirsiniz. Neden onların yanlış düşündüğünü ortaya koymaya çalışırsınız. Sizin çalışmanızı özel kılan bu adımdır aslında; yani sizden farklı düşünenlerin neden yanıldıklarını ispatlamak. Özellikle mevcut teorilerin yetersiz olduğu fikrinden hareket ediyorsanız, neden bu teorilerin sorunlu olduğu sorusu sizin çalışmanızın genellikle hareket noktasıdır. Teşbihte hata olmaz; her şey zıddıyla kaim ise, sizin argümanınız da zıddını ortaya çıkardığınız ölçüde ve sağlamlıkta kaim olur/ayakta durur.

Bir konuda ortaya konmuş iki tür iddia düşünelim. Bunlardan birine “X”, diğerine “Y” iddiası diyelim. Bunları gören bir akademik yazar, bu iddiaların her ikisini de yetersiz/sorunlu olduğunu düşünüyor. Kendisi bir iddia kafasında kurguluyor. Buna da “Z” iddiası diyelim. “Z” iddiasını ortaya koymak için “X”in ve “Y”nin geçersizliğini göstermesi lazım. Fakat şöyle bir sorun var: “X” ve “Y” o kadar az kişi tarafından savunulmuş ki, sanki ortada aslında çok da konuşmaya değer bir problem yok gibi. Fakat yazarımızın kendi “Z” iddiasının bilinmesini gerekli gördüğünü ve literatüre katkı sağlayacağını düşündüğünü farz edelim. Hatta belki gerçekten de önemli bir katkı sağlayacaktır. Peki bu durumda yazarın ne yapması lazım? Hakkında bu farklı iddialar ortaya konmuş fakat sadece değinilip geçilmiş, üzerinde çok durulmamış bu meseleyi bir şekilde problematize etmesi lazım. Bu problematize etme işinin türlü türlü makul yolları var. Fakat karşılaştığım bir olay, bunun her zaman makul şekilde yapılmadığı, bir şeklinin de manipülasyon olabileceği fikrini aklıma getirdi. Yani o konuya bir şekilde değinmiş yazarları seçip, onların meseleye değiniş biçimlerinden bir sonuç çıkarıp, o çalışmaların genelindeki iddiayı görmezden gelip, sadece kendi işine yarayacak kısımlardan hareketle bu yazarlara bazı iddialar atfetmek, böylece de kendi alternatif görüşünü “stand out” yapmak. Yani öne çıkarmak. AHCI kategorisinde bir dergiye gönderilmiş bir makaleyi hakemlik için okurken bana atfedilmiş bir iddiayı görünce tüm bu manipülatif yazma biçimine dair düşünceler aklıma geldi. Çünkü bana atfedilen iddiada bulunmadığım gibi aslında çok daha farklı bir şeyi savunmuştum. Bu durum yazarın tüm çalışmasına şüphe ile yaklaşmama sebep oldu. Yani bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yapılmış bir bağlam dışı okumanın neticesinde ortaya çıkmış bir çarpıtma, beni o yazarın güvenilirliğini sorgulamak zorunda bıraktı.

Akademik yazarlıkta manipülasyon: kendi argümanının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyabilmek amacıyla mevcut literatürün meseleyi ele alış biçimini, mevcut iddiaları bağlamlarından kopararak “problemli” göstermek suretiyle meselenin ele alınmaya değer ve alternatif bakışlara muhtaç olduğu hissiyatını yaratmak ve okuyucuyu bu doğrultuda yanıltmak.

Peki böyle bir durumda, yani argümanınızın önemli olduğunu düşündüğünüz, fakat bunu destekleyecek yeterince veri elinizde olmadığı durumlarda ne yapabilirsiniz? Elinizdeki meseleyi nasıl problematize edebilirsiniz?

Devam edecek….

‘Giris’iyorum 1: Amac ve Onem

Tezimin giris kismini yazmayi sona birakmistim, daha dogrusu sona birakmaya mecbur kaldim. Henuz tezimin sonuna gelmedim ama danismanima gonderdigim bolumlerden sonra onun bana cevap yazmasina kadar gecen sureyi giris bolumu uzerine dusunmekle/calismakla geciriyorum. Simdi, umit ediyorum ki bu yazi ve devami benim, tezimin giris bolumu uzerine daha yogun dusunmemi saglayacak. Yazarak dusunenlerdenim… Okumaya devam et ‘Giris’iyorum 1: Amac ve Onem

Akademik Yazma Ayi

Dunyanin bir suru yerinden doktora ogrencileri bir araya gelmisler ve Kasim ayini akademik yazma ayi ilan etmisler. Konuya dair yorumlarini da Twitter’da #AcWriMo etiketi altinda paylasmislar. Bu etiket bir nevi orgutlenme araci.

Benim bu prgutlenme olayindan yeni haberim oldu, hemen olaya dahil oldum. Su adreste olay daha net gorunmekte: http://studiousnetwork.com/  Okumaya devam et Akademik Yazma Ayi

bir akademik paylasim yontemi olarak sosyal medya

son zamanlarda sosyal medyanin (facebook, twitter, bloglar…vs.) ne kadar populer oldugundan bahsetmem. bu tip ortamlarin insanin sosyal hayatini ne kadar etkiledigini, olumlu ya da olumsuz yanlarini da tartismam. hayatin ortasina cup diye oturmus bu gercekleri nasil en isime yarar sekilde kullanirim, ona kafa yorarim . Okumaya devam et bir akademik paylasim yontemi olarak sosyal medya

duzenli yazma

tezinizin son donemlerinde en cok mesgul oldugunuz konu herhalde yazma olayidir. algida secicilik olsa gerek, gezindigim diger bloglarda son zamanlarda en dikkatimi ceken konu da bu. yazma asamasi gercekten hic de kolay olmayan bir surec. su aralar sanirsam gunluk belirli miktarda yazi yazma modasi cikmis, bununla ilgili o kadar cok yazi var ki… dikkatimi ceken nokta su aslinda, bunlarin cogu hergun belli miktarda bir yazma hedefini koymayi tavsiye ediyor. ben de bunu bir deneyeyim dedim ve duzene devam edildigi surece de basarili sonuc ortaya ciktigini gordum, diyebilirim. basta 300 kelime limiti koydum kendime. tabi her gun yazmadim, tembellik atilmasi zor bir yuk. ama yazdigim zaman 300’den fazla da yazabildigimi gorunce limitimi 500’e cikardim. ingiltere egitim sisteminde kelime sayisi dikkae alindigi icin bu cinsi esas aliyorum. bunu sayfa sayisi olarak da dusunebilirsiniz. aslinda limiti yuksek tutmak cok da faydali degil, cunku bu hedefe ulasamadiginizda moralinizi etkileyebiliyor, ulastiginizda ise kesinlikle cok guzel bir motivasyon oluyor ertesi gune baslarken.

ben hergun limitime ulasamiyorum hatta yazmadigim gunler de oluyor, demistim. ama bu yazma hedefine haftada 3 gun bile odaklansam cok isime yariyor. Takip ettigim bloglardan birinde bir arastirmadan bahsedildigini gordum, ilgimi cekti. uc grup akademisyenden bahsediliyor arastirmada. duzenli olarak yazmayan ve uzun zaman araliklarinda yazan bir grup akademisyenin senede ortalama 17 sayfa uretebildiklerini, baska bir grup akademisyenin gunluk belli bir miktar yazdiklari ve bunu da bir yere kaydettikleri taktirde yilda ortalama 64 sayfa urettikleri ve son grubun da gunluk belli miktarda yazdigini, bunun kaydini tuttugunu ve bunun yani sira kendilerini de birine karsi haftalik olarak bundan sorumlu tuttuklari taktirde bir senede 157 sayfa urettiklerini aktariyor. birini sorumlu tutmak ile anladigim kadariyla birine “hesap” verme, ne kadar yazdigindan birini duzenli olarak haberdar etme kastediliyor.*

bunlari da goz onunde bulundurarak duzenli olarak yazi yazmayi basarmada onemli oldugunu dusundugum birkac noktayi soyle ozetleyebilirim sanirim:

1. planlama. yatmadan evvel ya da o gun calismayi birakmadan evvel, ertesi gun calismamin hangi kismindan baslayacagimi dusunmek hatta gorebilecegim bir yere not etmek, ertesi gun calismaya baslarken vakit ve dikkat kaybini onlemesinin yanisira bir de zihnim calismama odaklanmis oldugu bir sirada nereyi calismam gerektigini daha iyi tespit edebildigim icin dogru yerden baslamami sagliyor.

2. kayit. biraz once aktardiklarimda oldugu gibi o gun ne kadar yazdiginizi bir yere kaydetmek gerceken gelisiminizi gozlemlemenizde cok iyi oluyor. ayrica bu tur seylerde sizinle benzer surecten gecen insanlarla irtibatta olmak da motivasyon acisindan iyi oluyor.

3. ertelememe. erteleme isi ben dahil bircok insanin derdi oldugunu biliyorum. aksam yaparim yarin yaparim aliskanligindan kurtulmada cok etkili olsa da bu gunluk yazi yazma hedefi, bazen gunun gec vakitlerine ertelediginizde basarisizlikla sonuclanabiliyor. o yuzden yazma isine gune basladiginiz ilk saatlerde giris yapmak oldukca onemli. aksama erteleyip, uykum geldigim icin hic yazamadan gunu noktaladigim zamanlar sadece moralim bozulmuyor, ayni zamanda da gun boyu erteledigim sey aklimda oldugu icin gunumu de zehir edebiliyorum.

bu isin muhtemel zorluklarina gelince, oncelikle ne yazacaginizi bilmediginiz zamanlar olabiliyor. ozellikle bu tur problemler bu ise baslamadan once akla gelebiliyor. ben, eger arastirmaci iseniz, mutlaka uzerine yazilabilecek bir konunuzun oldugunu dusunuyorum. en kotu ihtimalle biraz vakit ayrilip bir veya birkac makale okunup onun uzerine birkac cumle yazilabilir. zaten bir doktora tezinde bulunmasi gereken en onemli unsurlardan biri de suphesiz ki literatur uzerine az cok elestiri sunmaktir.

yazmak akademinin ayrilmaz bir parcasi oldugu icin uzerine emek harmanmaya ve kafa yorulmaya deger bir aktivite. sizin uyguladiginiz bir yontem varsa yazili urun uretmek uzerine, lutfen paylasiniz.

bir sonraki yaziyi yeni ogrendigim bir calisma teknigi uzerine yazmayi planliyorum. oncesinde emin olmak icin bu hafta teknigi deneyecegim.

saglicakla…

* ayrintilar icin bakiniz http://getalifephd.blogspot.co.uk/2010/05/seven-ways-you-can-write-every-day.html

mesele 2: yazma sureci (II)

bu yazi,  mesele 1: problem tesbiti ve mesele 2: yazma sureci (I) baslikli yazilarin devami olarak yayinlanmistir.

akademik ortamda basa gelen sorunlarin da basinda gelen sorunun akademik yazma oldugunu coook onceden soylemistik. akademik yazma sorununun basinda gelen sorunun ise oncelikle problemin tesbiti, sonralikla da yazma sureci oldugunu dusundugumuzu de belirtmistik. sonra da yazma sureci kismini yarim birakip tekrar devam edecegimizin sozunu vermistik. ayni zamanda da How to Write a Better Thesis adli kitaptan faydalanarak bunlara cozum aradigimizi coktaaan yazmistik.

simdi gelelim asil meseleye:

konuya dair yayinladigimiz bir onceki yazi, daha cok akademik bir calismanin taslaginin cikarilmasi ve anahatlarinin ortaya konulmasina yardimci bilgiler icermekteydi. her bir bolumun birbirleriyle olan tutarliligi ve calismanin amacindan sapmadan, konuyu dagitmadan arastirma problemine odaklanilmasinin onemi vurgulanan hususlardan idi. simdi ise bahsettigimiz kitaba gore, her bir bolumu yazmaya basladiktan sonra ve yazilmasi suresince goz onunde bulundurulabilecek birkac tavsiye var paylasmak istedigim:

kitap diyor ki,

ey arastirmaci!

1. erken ve sık yaz. araştırmayla yazmanı paralel tut.

2. önce giriş bölümünü yaz, daha sonra diğer bölümleri yazdıkça bu giriş bölümüne geri dön.

3. her bir bölümün başında okuyucuya, bu bölümün neden tezde yer aldığını, neyi nasıl elde ettiğini açıkla.

4. bölümü giriş kısmında belirtilen amaç doğrultusunda mantık çerçevesinde ilerlet.

5. sonuç kısmının özetten ziyade bulgular üzerinde güçlü bir sonuç olmasına dikkat et.

6. sonuç kısmında belirtilen bulguların asıl metin içerisinde bahsi geçtiğini kontrol et.

7. bu sonuçların giriş bölümünde ifade olunan amaçla örtüşüp örtüşmediğini kontrol et.

kendi tecrubeme dayanarak soyluyorum ki, bu incelikleri goz onunde bulundurmadan yazdigim yazilarda danismanlarimdan en cok duydugum elestiri yazarken odaklanma problemimin oldugudur. fakat bu maddeleri goz onunde bulundurarak verdigim yazilar genelde onay almistir danismanlarim tarafindan…

boylelikle bu yazi dizisi de sona erdi. yeni yazi dizilerinde gorusmek uzere…

mesele 2: yazma süreci

daha önce akademik ortamda karşılaştığımız meselelerden problem tesbiti ile ilgili bir şeyler paylaşmıştım. bir diğer mesele ise, yazma süreci.

yurtdışında öğrenim görmek isteyen her öğrenci ya toefl ya da ielts tarzı, yabancı dil merkezli bir sınav almak zorunda. ben ielts’e girdim yıllar önce. sınav kitapçığının sonunda yazma ile ilgili bir kısım bulunuyor ve sizden 250 (350 de olabilir tam hatırlayamıyorum) kelimeyi geçmeyecek şekilde, verilen konuda bir parça yazmanız isteniyor. eğer sınavdan yeterli bir sonuç almışsanız master ya da doktora öğreniminize gönül rahatlığıyla başlayabiliyorsunuz. eğer bu sürecin başındaysanız bu gönül rahatlığının tadını doya doya çıkarmanızı tavsiye ederim. zira, okula başladıktan sonra pek rahatlık kalmıyor. ben masterdan başladım ve başladıktan yaklaşık iki ay sonra benden, aldığım her bir ders için 6000 kelimelik bir makale yazmam istendi. neredeyse sözel ağırlıklı her bölümde karşılaşılacak cinsten bir olay bu. çok da büyütmeye gerek yok. hatta ben birçok diğer arkadaştan daha şanslıydım, zira üstüne bir de sınava girmem gerekmiyordu. haa, 250 kelimelik ielts yazısı mı? peeeeh 🙂

öyle ya da böyle atlatıyorsunuz bu dönemi. sonuçta kime dert yanacaksınız? neyi dert yanacaksınız? masterı bitiremeyen kimseyi hatırlamıyorum.

master, doktoradan daha yoğun geçen bir dönem. iki gün rahat geçirseniz beş gün canınıza okur. ama iyi yanı şu ki, size doktorada olduğu gibi büyük beklentilerle yaklaşmıyorlar.

yukarıdaki karikatürü ilk gördüğümde çok beğenmiştim. yalnızca biz yabancı öğrencilerin değil, herhangi bir öğrencinin dahi yazma konusunda problemleri olabileceğini anlattığını en azından delillendirdiğini düşünmüştüm. yüreğime su serpildi :p

diğer taraftan, asıl mesele şu ki, akademik yazma deyince yalnızca anlamlı kelimeleri bir araya getirip afilli cümleler kurmak değil kastedilen. o cümlelerin birbirleriyle sağladıkları bütünlük de değil tek mesele.

benim değinmek istediğim, meselenin şu yanı ki, yazdığımız yazıda bizden belirli argümanlarla yola çıkmamız, bu argümanları tutarlı bir şekilde savunmamız, yeri geldiğinde mevcut literatürü eleştirmemiz ve tutarlı bir sonuca varmamız beklenmekte. Ben de dahil, tahminimce birçok doktora öğrencisinin sıkıntısının kaynağı da konsantre olup bir türlü yazmaya başlayamama…

yöntem, metod, kural gibi konular içeren kitaplara eskiden beri pek itimat etmezdim. ama gördüm ki, akademik hayat kural, disiplin ve metoddan ayrı düşünülemeyen bir dünya imiş. bir yerde karşılaştığım bir tavsiye üzerine how to write a better thesis adlı kitabı edindim. kitabın “güçlü bir başlangıç yapma” başlıklı bölümünü de oldukça faydalı buldum. amacım bu bölümden dikkatimi çeken birkaç tavsiyeyi yine bir dizi yazıda sizinle paylaşmak. aslında bu tarz kitaplarda ya da seminerlerde okuduğumuz ya da duyduğumuz birçok şey zaten bildiğimiz yahut biraz düşünsek çözebileceğimiz türden şeyler. hatta, eşim, bu tarz kitapları okuyarak harcağı vakti kendi araştımasıyla alakalı birkaç makale okumakla geçirmesinin daha uygun olduğunu düşünenlerden. hak vermek oldukça mümkün. fakat bazen, bazı şeyleri derli toplu önümüze sunulmuş somut bir şekilde görmek farkına varmamızı daha kolay hale getirebiliyor. en azından sanırım benim için öyle…

                                                * * * * *

bir araştırmacıdan beklenen şey öncelikle bir hipotezle yola çıkmasıdır ve daha sonra bu hipotezini sınamasıdır. kitaba göre bu sınama süreci akılcı ve yaratıcı düşüncenin bir karışımı olarak karşımıza çıkar ve yazmaya başlamak konusunda problemle karşılaşılmasının asıl sebebi, beynimizin yaratıcı kısmı ile akılcı kısmı arasındaki çatışmadan doğmaktadır. yazmaya başlayabilmek için de bu çatışmanın/gerilimin öncelikle bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir. bu noktada, kitap, tabir yerindeyse akıl-ruh geriliminin hallolması amacı doğrultusunda birkaç tavsiye sunmakta:

  • teziniz hakkında akılcı düşünme

bu konuda başta gelen öneri tezin yapısı (thesis structure) üzerine sergilenmiş. kitap, her tez için geçerli olan kesin bir yapının olmadığını savunmakla birlikte, ideal bir tezin, okuyucuyu amaçtan sonuca mümkün olan en net ve direk şekilde ulaştıracak şekilde bir yapıya sahip olması gerektiğini savunmakta. fizik, biyoloji, sosyal bilimler ve çoğu insan bilimleri alanında uygulanabilir bir de tez yapısı örneği sunmakta:

tabloya göre, standart bir tez yapısı dört parçadan oluşuyor ve her bir parça da birden fazla bölüm (chapter) içerebiliyor. oklar da parçalar arasındaki mantık örgüsünü ifade ediyor imiş.

birinci parça giriş. burada fazla dallandırıp budaklandırmadan meseleyi araştırmamızı tabloda görülen meseleler bağlamında tanıtmamız bekleniyormuş bizden.

ikinci parça arkaplan aşaması. burada da amaç yine konuyu dağıtmadan araştırmamızı belirli bir yere oturtmak, bu zamana kadar ne olup bittiğine dair okuyucuya bir ön bilgi sağlamak ve eğer alan araştırması ise üzerinde çalışılan, bu alanla ilgili tanıtıcı bilgi vermek.

üçüncü parça araştırmanın merkezini teşkil etmekte. burada arka planda da az biraz değinilen ve kafada bırakılan soruları cevaplamaya yönelik anketler, deneyler ya da tartışmalar ortaya konulmalı.

dördüncü parça yani sentez parçası ise bizim konuya olan katkımızı ortaya koymaya yönelik bir parça. genellikle bir tartışma kısmı içerir ve arkaplanda özetlenen bilgi ışığında kendi sonuçlarımızı sınamaya yöneliktir. bu bölüm aynı zamanda birinci parçada ifade edilen amaca da karşılık gelmeli yani onunla örtüşmeli.

bu tabloya bağlı olarak yapılan çalışmanın başarılı bir yapıya sahip olacağını iddia ediyor kitap. bunu hallettikten sonra da halledilmesi gereken başka konulara da değiniyor. bunları da ömrümüz vefa eder de bir daha yazmak nasip olursa, başka bir yazıda paylaşmayı planlıyorum. her zamanki gibi yorum ve paylaşımlarınızdan memnuniyet duyarım.

…devam edecek…