Akademik Yazımda “Empati”: Kısa ve Net Cümleler Kurmak

İtiraf edelim, hepimizin olmasa da birçoğumuzun akademik cümlelerin uzun ve karmaşık olması gerektiğini düşündüğü ya da akademik bir metinde upuzun bir cümle gördüğünde bunu normal karşıladığı bir dönemi olmuştur. Aslında bunun arkasında, kendi kendimize, ilmek ilmek ördüğümüz bir anlayış var: Bir cümle çok uzun ve aynı zamanda anlamlı ise, bu durum, yazarının üstün bir dil kullanma kabiliyetine sahip olduğunu gösterir. Cümlenin uzunluğu artıyor ve buna rağmen anlamlılık devam ediyorsa, yazar eşsiz bir kabiliyete sahiptir. Ayrıca eğer akademik bir metindeki uzun cümleler anlaşılması zor ise, o da bizim anlama kabiliyetimizdeki eksiklikten kaynaklanır. Birileri bize bu anlayışı doğrudan yüklemedi. Biz muhatap olduğumuz akademik metinlerin genel karakteristiği ile kültürel olarak kodlarımıza işlenen kontrolsüz tevazuyu birleştirerek bunu öğrendik. Sonra da doğru kabul ettik.

Eğer edebi bir metin ortaya koymak gibi bir amacınız yoksa – ki bence burası da tartışılır – sözcükleriniz mümkün olduğu kadar kısa, net ve anlaşılır olmalı. (Anlamlı olması gerektiğini söylememe gerek yok, sanırım). Akademinin yazılı olmayan kurallarındandır bu. Belki de artık yazılı bir kuraldır.

Şimdi buradan empatiye nasıl geleceğim, inanın ben de merak içindeyim.

Birkaç yazı önce “akademik bir metni psikolojik süreçlerle ilişkilendirebilir miyiz?” diye sormuştum. Aynı soruyu tekrar soruyorum ve ekliyorum: Yazdığınız akademik bir metne hiç empati ile yaklaşmayı denediniz mi? Empati, kısaca, kişinin kendisini bir başkasının yerine koyarak onun gibi hissetmesidir. Bu durumda akademik bir metni yazarken empati ile yaklaşmak, muhatabının yani okuyucunun yerine kendini koyarak yazmaktır. Hem yazar hem de okuyucu olmaktır. Hemen herkes yazdığı bir metni son kez baştan sonra okur. Bu son okumayı yaparken yazar, her bir cümleyi zaten kendisi yazdığı için anlama sorunu yaşamayacaktır. Fakat burada okuyucunun gözüyle okuma yapmak, yani empati içeren bir tutumla yaklaşmak, işin boyutunu değiştirebilecek bir yaklaşım. Empati ile yaklaştığınızda esas mesele anlatmak değil; anlaşılmak olur. Anlaşılmanın en önemli parçası da karşındakini zorlamadan, kolayca anlaşılmak. Çünkü herkes bir şeyi anlamaya çalışırken bunun kolayca gerçekleşmesini ister. Burada sade, kısa ve açık cümlelerin kullanımı, o halde, empati içeren bir yazarlık biçiminin tek unsuru olmasa da önemli unsurlarından biri. Okuyucuya keyifli bir okuma deneyimi sunmak ya da etkileyici bir yazarlık sergilemek her akademik yazarın yapabileceği bir şey değil; ama açık ve net olmak herkesin sunabileceği bir yazarlık tarzı. Bu bakımdan akademik bir metinde empatiye yer vermenin belki de en kolay yolu.

Uzun ve karmaşık cümleler, okuyucuyu bir zaman sonra üstünkörü bir okumaya yönlendirir. Okuyucu anlamaya çalışmaktan bir süre sonra vazgeçer ve metinden kopar. Eğer amacınız düşüncenizi aktarmak ve anlaşılmak ise, böyle bir durumla karşılaşmak tabi ki istemezsiniz. Uzun uzun akademik cümleler yazıyorsak hiç kusura bakmayalım; şu üç şeyden biri ya da birkaçı vardır bunun altında:

  • Ne söyleyeceğini ya da söylemeye çalıştığını kendisi de tam bilmemek fakat bunu belli etmemeye çabalamak.
  • Halen uzun cümlelerin karizmatik olduğunu düşünmek ve kendini işin uzmanı gibi gösterme kaygısı.
  • Yazdığını dönüp tekrar okumamak ve anlaşılma derdi taşımamak.

Kısa ve anlaşılır şekilde yazmak benim uzun zamandır kendimle ilgili çalıştığım ama hala tam anlamıyla, özellikle İngilizce yazarken, istediğim noktaya erişemediğim bir akademik seviye. Bu konuda şu an okuduğunuz yazıyı yazmak ise, en son üzerinde çalıştığım bir metni tekrar okurken, kendime hitaben “ya hu insan okuyacak bunu, insaf” dediğimde aklıma geldi. Karmaşık, uzun bir cümle kurmuşum. Cümle anlamlı ama kafa karıştırıyor. Cümleyi iki parçaya bölerek çözüm buldum. Uzun ve karmaşık yazmanın bir de çok daha vahim bir versiyonu var. Bir metinle karşılaştım, bir sürü şey söylemeye çalışan bir sürü cümle dolu. Cümlelerin bazıları o kadar uzun ki, anlayarak okumaya kalktığınızda cümlenin başından başka anlam, sonundan başka anlam çıkıyor. Sonunda da okuyucu olarak elinizde bir tek hiç bir karşılığı olmayan bir zihin yorgunluğu kalıyor. Bu yüzden hakemlik yaptığım makalelerde ya da okuduğum tezlerde yazar akıcı, kısa, net bir uslup kullanmışsa ilk işim bunu taktir etmek oluyor.

Photo 1 by Chastagner Thierry on Unsplash

Photo 2 by Lysander Yuen on Unsplash

Akademide Manipülatif Yazarlık -1

Akademik bir metni psikolojik süreçlerle ilişkilendirebilir miyiz? Ahlak anlayışımızın akademik çalışmalar da dahil, ortaya koyduğumuz her işte kendini gösterdiği bir gerçek. Peki diğer insanî durumlar? Mesela gerçekleri çarpıtma eğilimine akademik yazarlıkta rastlayabilir miyiz?

Bir makale yazarken sizden mevcut literatürü arkanıza almanız beklenir. Literatürü arkanıza alarak kendi argümanınızı desteklersiniz. Bunun iki adımı var. Birincisi kolay adım: Sizinle aynı fikirde olan yazarların görüşlerine yer verirsiniz. Yani “bak ben bunu söylüyorum ama, aynı şeyi söyleyen başkaları da var, bence bir düşün…” alt mesajıyla kendinize destek temin edersiniz. İkincisi ise zor adım: Sizden farklı düşünenlerin, hatta tam tersini düşünenlerin iddialarına yer verirsiniz. Neden onların yanlış düşündüğünü ortaya koymaya çalışırsınız. Sizin çalışmanızı özel kılan bu adımdır aslında; yani sizden farklı düşünenlerin neden yanıldıklarını ispatlamak. Özellikle mevcut teorilerin yetersiz olduğu fikrinden hareket ediyorsanız, neden bu teorilerin sorunlu olduğu sorusu sizin çalışmanızın genellikle hareket noktasıdır. Teşbihte hata olmaz; her şey zıddıyla kaim ise, sizin argümanınız da zıddını ortaya çıkardığınız ölçüde ve sağlamlıkta kaim olur/ayakta durur.

Bir konuda ortaya konmuş iki tür iddia düşünelim. Bunlardan birine “X”, diğerine “Y” iddiası diyelim. Bunları gören bir akademik yazar, bu iddiaların her ikisini de yetersiz/sorunlu olduğunu düşünüyor. Kendisi bir iddia kafasında kurguluyor. Buna da “Z” iddiası diyelim. “Z” iddiasını ortaya koymak için “X”in ve “Y”nin geçersizliğini göstermesi lazım. Fakat şöyle bir sorun var: “X” ve “Y” o kadar az kişi tarafından savunulmuş ki, sanki ortada aslında çok da konuşmaya değer bir problem yok gibi. Fakat yazarımızın kendi “Z” iddiasının bilinmesini gerekli gördüğünü ve literatüre katkı sağlayacağını düşündüğünü farz edelim. Hatta belki gerçekten de önemli bir katkı sağlayacaktır. Peki bu durumda yazarın ne yapması lazım? Hakkında bu farklı iddialar ortaya konmuş fakat sadece değinilip geçilmiş, üzerinde çok durulmamış bu meseleyi bir şekilde problematize etmesi lazım. Bu problematize etme işinin türlü türlü makul yolları var. Fakat karşılaştığım bir olay, bunun her zaman makul şekilde yapılmadığı, bir şeklinin de manipülasyon olabileceği fikrini aklıma getirdi. Yani o konuya bir şekilde değinmiş yazarları seçip, onların meseleye değiniş biçimlerinden bir sonuç çıkarıp, o çalışmaların genelindeki iddiayı görmezden gelip, sadece kendi işine yarayacak kısımlardan hareketle bu yazarlara bazı iddialar atfetmek, böylece de kendi alternatif görüşünü “stand out” yapmak. Yani öne çıkarmak. AHCI kategorisinde bir dergiye gönderilmiş bir makaleyi hakemlik için okurken bana atfedilmiş bir iddiayı görünce tüm bu manipülatif yazma biçimine dair düşünceler aklıma geldi. Çünkü bana atfedilen iddiada bulunmadığım gibi aslında çok daha farklı bir şeyi savunmuştum. Bu durum yazarın tüm çalışmasına şüphe ile yaklaşmama sebep oldu. Yani bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yapılmış bir bağlam dışı okumanın neticesinde ortaya çıkmış bir çarpıtma, beni o yazarın güvenilirliğini sorgulamak zorunda bıraktı.

Akademik yazarlıkta manipülasyon: kendi argümanının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyabilmek amacıyla mevcut literatürün meseleyi ele alış biçimini, mevcut iddiaları bağlamlarından kopararak “problemli” göstermek suretiyle meselenin ele alınmaya değer ve alternatif bakışlara muhtaç olduğu hissiyatını yaratmak ve okuyucuyu bu doğrultuda yanıltmak.

Peki böyle bir durumda, yani argümanınızın önemli olduğunu düşündüğünüz, fakat bunu destekleyecek yeterince veri elinizde olmadığı durumlarda ne yapabilirsiniz? Elinizdeki meseleyi nasıl problematize edebilirsiniz?

Devam edecek….

mesele 2: yazma sureci (II)

bu yazi,  mesele 1: problem tesbiti ve mesele 2: yazma sureci (I) baslikli yazilarin devami olarak yayinlanmistir.

akademik ortamda basa gelen sorunlarin da basinda gelen sorunun akademik yazma oldugunu coook onceden soylemistik. akademik yazma sorununun basinda gelen sorunun ise oncelikle problemin tesbiti, sonralikla da yazma sureci oldugunu dusundugumuzu de belirtmistik. sonra da yazma sureci kismini yarim birakip tekrar devam edecegimizin sozunu vermistik. ayni zamanda da How to Write a Better Thesis adli kitaptan faydalanarak bunlara cozum aradigimizi coktaaan yazmistik.

simdi gelelim asil meseleye:

konuya dair yayinladigimiz bir onceki yazi, daha cok akademik bir calismanin taslaginin cikarilmasi ve anahatlarinin ortaya konulmasina yardimci bilgiler icermekteydi. her bir bolumun birbirleriyle olan tutarliligi ve calismanin amacindan sapmadan, konuyu dagitmadan arastirma problemine odaklanilmasinin onemi vurgulanan hususlardan idi. simdi ise bahsettigimiz kitaba gore, her bir bolumu yazmaya basladiktan sonra ve yazilmasi suresince goz onunde bulundurulabilecek birkac tavsiye var paylasmak istedigim:

kitap diyor ki,

ey arastirmaci!

1. erken ve sık yaz. araştırmayla yazmanı paralel tut.

2. önce giriş bölümünü yaz, daha sonra diğer bölümleri yazdıkça bu giriş bölümüne geri dön.

3. her bir bölümün başında okuyucuya, bu bölümün neden tezde yer aldığını, neyi nasıl elde ettiğini açıkla.

4. bölümü giriş kısmında belirtilen amaç doğrultusunda mantık çerçevesinde ilerlet.

5. sonuç kısmının özetten ziyade bulgular üzerinde güçlü bir sonuç olmasına dikkat et.

6. sonuç kısmında belirtilen bulguların asıl metin içerisinde bahsi geçtiğini kontrol et.

7. bu sonuçların giriş bölümünde ifade olunan amaçla örtüşüp örtüşmediğini kontrol et.

kendi tecrubeme dayanarak soyluyorum ki, bu incelikleri goz onunde bulundurmadan yazdigim yazilarda danismanlarimdan en cok duydugum elestiri yazarken odaklanma problemimin oldugudur. fakat bu maddeleri goz onunde bulundurarak verdigim yazilar genelde onay almistir danismanlarim tarafindan…

boylelikle bu yazi dizisi de sona erdi. yeni yazi dizilerinde gorusmek uzere…

mesele 2: yazma süreci

daha önce akademik ortamda karşılaştığımız meselelerden problem tesbiti ile ilgili bir şeyler paylaşmıştım. bir diğer mesele ise, yazma süreci.

yurtdışında öğrenim görmek isteyen her öğrenci ya toefl ya da ielts tarzı, yabancı dil merkezli bir sınav almak zorunda. ben ielts’e girdim yıllar önce. sınav kitapçığının sonunda yazma ile ilgili bir kısım bulunuyor ve sizden 250 (350 de olabilir tam hatırlayamıyorum) kelimeyi geçmeyecek şekilde, verilen konuda bir parça yazmanız isteniyor. eğer sınavdan yeterli bir sonuç almışsanız master ya da doktora öğreniminize gönül rahatlığıyla başlayabiliyorsunuz. eğer bu sürecin başındaysanız bu gönül rahatlığının tadını doya doya çıkarmanızı tavsiye ederim. zira, okula başladıktan sonra pek rahatlık kalmıyor. ben masterdan başladım ve başladıktan yaklaşık iki ay sonra benden, aldığım her bir ders için 6000 kelimelik bir makale yazmam istendi. neredeyse sözel ağırlıklı her bölümde karşılaşılacak cinsten bir olay bu. çok da büyütmeye gerek yok. hatta ben birçok diğer arkadaştan daha şanslıydım, zira üstüne bir de sınava girmem gerekmiyordu. haa, 250 kelimelik ielts yazısı mı? peeeeh 🙂

öyle ya da böyle atlatıyorsunuz bu dönemi. sonuçta kime dert yanacaksınız? neyi dert yanacaksınız? masterı bitiremeyen kimseyi hatırlamıyorum.

master, doktoradan daha yoğun geçen bir dönem. iki gün rahat geçirseniz beş gün canınıza okur. ama iyi yanı şu ki, size doktorada olduğu gibi büyük beklentilerle yaklaşmıyorlar.

yukarıdaki karikatürü ilk gördüğümde çok beğenmiştim. yalnızca biz yabancı öğrencilerin değil, herhangi bir öğrencinin dahi yazma konusunda problemleri olabileceğini anlattığını en azından delillendirdiğini düşünmüştüm. yüreğime su serpildi :p

diğer taraftan, asıl mesele şu ki, akademik yazma deyince yalnızca anlamlı kelimeleri bir araya getirip afilli cümleler kurmak değil kastedilen. o cümlelerin birbirleriyle sağladıkları bütünlük de değil tek mesele.

benim değinmek istediğim, meselenin şu yanı ki, yazdığımız yazıda bizden belirli argümanlarla yola çıkmamız, bu argümanları tutarlı bir şekilde savunmamız, yeri geldiğinde mevcut literatürü eleştirmemiz ve tutarlı bir sonuca varmamız beklenmekte. Ben de dahil, tahminimce birçok doktora öğrencisinin sıkıntısının kaynağı da konsantre olup bir türlü yazmaya başlayamama…

yöntem, metod, kural gibi konular içeren kitaplara eskiden beri pek itimat etmezdim. ama gördüm ki, akademik hayat kural, disiplin ve metoddan ayrı düşünülemeyen bir dünya imiş. bir yerde karşılaştığım bir tavsiye üzerine how to write a better thesis adlı kitabı edindim. kitabın “güçlü bir başlangıç yapma” başlıklı bölümünü de oldukça faydalı buldum. amacım bu bölümden dikkatimi çeken birkaç tavsiyeyi yine bir dizi yazıda sizinle paylaşmak. aslında bu tarz kitaplarda ya da seminerlerde okuduğumuz ya da duyduğumuz birçok şey zaten bildiğimiz yahut biraz düşünsek çözebileceğimiz türden şeyler. hatta, eşim, bu tarz kitapları okuyarak harcağı vakti kendi araştımasıyla alakalı birkaç makale okumakla geçirmesinin daha uygun olduğunu düşünenlerden. hak vermek oldukça mümkün. fakat bazen, bazı şeyleri derli toplu önümüze sunulmuş somut bir şekilde görmek farkına varmamızı daha kolay hale getirebiliyor. en azından sanırım benim için öyle…

                                                * * * * *

bir araştırmacıdan beklenen şey öncelikle bir hipotezle yola çıkmasıdır ve daha sonra bu hipotezini sınamasıdır. kitaba göre bu sınama süreci akılcı ve yaratıcı düşüncenin bir karışımı olarak karşımıza çıkar ve yazmaya başlamak konusunda problemle karşılaşılmasının asıl sebebi, beynimizin yaratıcı kısmı ile akılcı kısmı arasındaki çatışmadan doğmaktadır. yazmaya başlayabilmek için de bu çatışmanın/gerilimin öncelikle bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir. bu noktada, kitap, tabir yerindeyse akıl-ruh geriliminin hallolması amacı doğrultusunda birkaç tavsiye sunmakta:

  • teziniz hakkında akılcı düşünme

bu konuda başta gelen öneri tezin yapısı (thesis structure) üzerine sergilenmiş. kitap, her tez için geçerli olan kesin bir yapının olmadığını savunmakla birlikte, ideal bir tezin, okuyucuyu amaçtan sonuca mümkün olan en net ve direk şekilde ulaştıracak şekilde bir yapıya sahip olması gerektiğini savunmakta. fizik, biyoloji, sosyal bilimler ve çoğu insan bilimleri alanında uygulanabilir bir de tez yapısı örneği sunmakta:

tabloya göre, standart bir tez yapısı dört parçadan oluşuyor ve her bir parça da birden fazla bölüm (chapter) içerebiliyor. oklar da parçalar arasındaki mantık örgüsünü ifade ediyor imiş.

birinci parça giriş. burada fazla dallandırıp budaklandırmadan meseleyi araştırmamızı tabloda görülen meseleler bağlamında tanıtmamız bekleniyormuş bizden.

ikinci parça arkaplan aşaması. burada da amaç yine konuyu dağıtmadan araştırmamızı belirli bir yere oturtmak, bu zamana kadar ne olup bittiğine dair okuyucuya bir ön bilgi sağlamak ve eğer alan araştırması ise üzerinde çalışılan, bu alanla ilgili tanıtıcı bilgi vermek.

üçüncü parça araştırmanın merkezini teşkil etmekte. burada arka planda da az biraz değinilen ve kafada bırakılan soruları cevaplamaya yönelik anketler, deneyler ya da tartışmalar ortaya konulmalı.

dördüncü parça yani sentez parçası ise bizim konuya olan katkımızı ortaya koymaya yönelik bir parça. genellikle bir tartışma kısmı içerir ve arkaplanda özetlenen bilgi ışığında kendi sonuçlarımızı sınamaya yöneliktir. bu bölüm aynı zamanda birinci parçada ifade edilen amaca da karşılık gelmeli yani onunla örtüşmeli.

bu tabloya bağlı olarak yapılan çalışmanın başarılı bir yapıya sahip olacağını iddia ediyor kitap. bunu hallettikten sonra da halledilmesi gereken başka konulara da değiniyor. bunları da ömrümüz vefa eder de bir daha yazmak nasip olursa, başka bir yazıda paylaşmayı planlıyorum. her zamanki gibi yorum ve paylaşımlarınızdan memnuniyet duyarım.

…devam edecek…

mesele 1: problem tespiti

ingiltere’de doktora yapan turk ogrencilerin, gorebildigim kadariyla, akademik ortamdaki en buyuk sorunlarinin basinda problem tesbiti ve akademik yazma gelmekte. burada bu mesele hakkinda  konuşmak amacım. oncelikle, her zaman vurguladigim gibi, bu noktadaki kendi tecrubemden yola cikarak sonuca varmaya calisacagim. dolayisiyle, burada yazdiklarim yalnizca ve yalnizca kendi gozlemlerime dayanmakta, her hangi bir kesinlik arzetmemekte ve elestiriye ya da duzeltmeye tamamen acik bulunmaktadir. problem, aynı zamanda, yurtdisinda doktora yapanlar kadar yurticinde yapanlara da hitap etmekte.

bir doktora ogrencisinin basina gelebilecek en buyuk hayal kirikliklarindan biri hic suphesiz, kendisinin cok cabaladigi, uzerinde kafa patlattigi, saatlerini harcadigi ve dahi ugruna uykularinin kactigi bir meselenin ertesi gun danismaninin onune konuldugunda reddedilmesi, degersiz gorulmesi ya da beklenilen degerin verilmemesidir. bu durum doktora ogrencilerinin tahminimce yuzde doksaninin en az bir kez basina gelir. bu ve buna benzer durumlar daha cok doktora asamasinin basindaki problem tesbiti asamasinda karsilasilir. tanidigim bir cok turk doktora ogrencisi bu sancili sureci benzer sekillerde yasadi maalesef. fakat bu surec bu kadar sancili olmak zorunda mi ya da soyle soralim: neden bu kadar sancili oluyor?

ilk olarak, ingiltere’deki uc tur danisman (supervisor) tipinden bahsedecegim. cunku danisman tipi ile turk ogrencilerin doktora sureclerinin mahiyeti ve sekli arasinda kuvvetli bir iliski oldugunu dusunuyorum. daha sonra da doktora probleminin yani uzerine doktora yapilan konunun onemini orneklemeye calisacak ve nihayetinde turk ogrencilerin bu konuda yasadiklari zorlugun kaynagi uzerine kafa yoracagim.

yaklasik dort yildir suregelen ingiltere’deki akademik hayatim boyunca uc cesit danisman tipiyle karsilastim diyebilirim:

birincisi, bir cok seyi ogrenciden bekleyen, doktora boyunca “evet guzel bir calisma” ya da “hayir bu olmamis, su su noktalari tekrar gozden gecir” demekle yetinen ve doktora boyunca ogrenciyi yapayalniz birakan danisman tipidir ki, bu tip, ingiltere egitim sistemi icerisinde en “ideal” olarak algilanan tez danismani tipidir. cunku sistem, ogrenciyi kendi basina arastirma yurutmeye ve akademik calisma yapmaya zorlamak uzere kurulmustur. (yaptiginiz tezin ne kapaginda ne diger sayfalarda danismaninizin adi gecmez. yalnizca tesekkur edersiniz, istiyorsaniz.) bu turden danismaniniz varsa yasayacaginiz en buyuk afallama, onun sizin de, yukarida bahsettigim, kendi kendinize bir seyler yapmayi telkin eden sistem gerceginin farkinda oldugunuzu varsaymasi ve fakat sistemin niteliklerini sizin surec icerisinde (aylar sonra da olabilir, yillar sonra da) farketmenizdir.

nadir de olsa, bir diger danisman tipi de vardir ki, bu danismanlar ogrenciyi kendisi yonlendirir, ne yapmasi gerektigini soyler, belirli zaman araliklariyla okuyacaginiz kitaplardan uzak duracaginiz kaynaklara kadar belirler. sert elestiriler yapmaz. iste bu tip de turk ogrencinin gozundeki ideal danisman tipidir, fakat gerek ingiltere yuksek ogrenim sistemine gerekse arastirma yetisi kazandirma acisindan cok kiymetli sayilmazlar. bu gruptaki danisman turune denk gelen turk ogrenci cogu zaman ‘sansli’dir ve pek de zorluk cekmez. fakat, nacizane kanaatimce, eger meselenin yani ozgur arastirma yapmanin onemini kavrayamazsa, akademik hayati bir ekmek kapisi olarak gormekten oteye gidemez.

bir diger danisman tipi de, ogrenciyle hic ilgilenmeyen, surekli ne kadar yogun oldugundan bahseden, emaillere dahi gec cevap veren, ogrenciyi ‘aman bosver’ moduna sokan danisman tipidir ki, her iki gruptan da beterdir ve benim tez danismanimi ilk grupta bahsi gecen turdeki bir danismanla degistirmeme yol acmistir. ayni durumla karsi karsiya kalanlarin, vakit kaybetmeden degisim yoluna gitmeleri gerekebilir.

danismaninizin bu gruplardan hangisine dahil oldugunu ancak tecrubeyle ya da yasanmis tecrubelerden istifade ile ogrenebilirsiniz. o yuzden danisman secme asamasi cok kritik bir asamadir, fakat kimseyi tanimiyorsaniz aslinda yapacak cok da bir seyiniz yoktur. ilk gruptan bir danismana denk gelenler, cok belali bir doktora sureciyle karsi karsiyadirlar ve bunun farkina cok erken bir asamada varirlar. en buyuk sorun da ‘problem tesbiti’ asamasinda kendisini gosterir. eger bu sancili asamayi atlatmissaniz sonrasi daha kolay gelecektir, fakat bu asamayi atlatmak tahmin ettiginizden daha uzun zaman alabilir.

doktora yapmayi yaygin bir deyim olan igneyle kuyu kazmaya benzetebiliriz. fakat burada kuyuyu kisinin katkida bulunmayi amacladigi akademik dunya olarak dusunursek zaten hazirda var olan bir kuyuyu daha da genisletmek olur amac. kuyuyu kazmaya calistigimiz igneye de doktorada uzerinde calistigimiz konu yani doktora problemimiz diyebiliriz sanirim. (bu igne doktora sonrasinda baska ignelerle yer degistirecektir. fakat kazilan kuyu hep ayni kalacaktir.) ignemiz yani ‘problem’ oyle bir sey olmali ki, 3-4-5 yil boyunca kuyuyu kazmaya dayanacak kadar guclu ve bir o kadar da islevsel olmali. ne kadar buyuk bir katki sagladigindan cok kuyuya, katki saglayip saglamadigini dusunmek zorundayiz once. iste bu noktalarda turk ogrenciler zorluklarla karsilasmakta. birincisi, ignenin ne kadar guclu ve dayanikli oldugunu dusunmeden ve ikincisi de katki saglayip saglamadigini irdelemeden kuyuya giriyoruz. buna soyle de diyebiliriz: 1) ongoruden yoksunuz. yani meseleyi enine boyuna dusunmeden, sonuclari ve sonraki asamalar hakkinda kafa yormak aklimiza bile gelmeden meseleye atliyoruz ki bu da bizi ikinci kusurumuza goturuyor. 2) sabirsiziz. yeterince zaman harcadigimizi, kafa yordugumuzu dusunsek de aslinda bir an evvel sonuca ulasmaya hedeflendigimiz icin aradaki onemli olabilecek ayrintilari gozden kaciriyoruz. tum bu yazdiklarim butun turk ogrencileri kapsamasamamakta tabi ki. fakat bu bahsi gecenlerin ortak problem olarak ortaya cikmasi meseleyi bireysellikten toplumsalliga tasimakta, diyebiliriz. bu baglamda universitedeki ogreticilerden universitelerin ogretim sistemlerine kadar bircok sey gozden gecirilmeli. aklima gelen bazi noktalar:

1. ogrencilere verilen ders sayisi mumkun oldugunca azaltilmali. donem basina 3 dersten fazla verilmemeli.

2. dersler, ogrenci merkezli yurutulmeli.ogretmeni empoze etmekten men etmeli, ogrenciyi dusunmeye sevketmeli.

akliniza gelen eklenecek noktalar olursa memnun olurum.

…devam edecek…

bu devirde tez yazmak?

bu devirde tez yazmak

teknoloji cogu zaman beni rahatsiz etmistir. ama cogu zaman da memnun etmistir. hangisinin daha cok olduguna henuz karar vermis degilim. beni rahatsiz etmesinin baslica sebebi nedenini henuz kestiremedigim bir yorgunluk ve tatminsizlik hissi vermesi. bir de cok herseyi hizli hale getirmesi. bu bircok insan icin olumlu bir ozellik olarak nitelendirilebilir fakat bende yorgunluktan baska bir sey yapmiyor. her gecen gun bir oncekinden daha ileri surum aletlerin ve programlarin cikmasi, aa bu iyiymis dedigimiz seyin ertesi gun aa su daha iyiymis intibasi birakmasi beni sanki kosup kosup bir turlu ulasmak istedigim seye ulasamadigim hissine surukledi bir sure.  bu sure her ne kadar uzun surmese de verdigim karar beni bir nebze olsun rahatlatti.  elimdeki teknoloji diye nitelendirilen ne varsa hepsini kendi hizmetimde kullanmaya karar verdim. evet daha once kendimi teknolojinin hizmetine adamisim gibi hissediyordum ki zaten teknoloji denen seyin asil amacinin bu oldugu konusunda hala ayni fikirdeyim. bunu tersine cevirmenin mumkun olup olmadigi konusuna girmek istemiyorum. fakat su bir gercek ki, kacisi olmayan bir teknolojik devrim icerisindeyiz. bu durumda sanirim rahatsizliklarini bir yana koyup ‘kisa gunun kari’ yaklasimiyla ondan faydalanmanin yollarini bulmak lazim. ve madem ki doktora ya da master sureci boyunca onumuze sinirli bir vakit koyup az zamanda cok sey yapmamiz bizden isteniyor, o halde neden ‘herseyi hizli hale’ getiren teknolojiyi calismalarimin amacinda kullanmayayim? (burada kafamda bir ampul belirdi, ama siz goremiyorsunuz tabi.)

her neyse, gelelim asil meseleye. takip ettigim ve size daha once de bahsettigim http://thethesiswhisperer.wordpress.com/ blogu yine bir gun karistirirken teknolojiyi nasil calismalarimizda etkili ve faydali hale getirebilecegimize dair yazilarla karsilastim. bircok program onerisi vardi. hemen, yine bir teknoloji harikasi olan iphone’uma yine bir teknoloji harikasi olan bu programlarin ‘application’ larini indirmekle ve denemekle basladim ise. acikcasi bu programlarin hepsi bende tutmadi. ama fikir olmasi acisindan denediklerimin bir kismini paylasacagim sizinle.

1. evernote: Dr Mewburn (the Thesis Whisperer sitesinin kurucusu)’un bir yazisindaki onerisinden yola cikarak hemen telefonuma indirdim. acikcasi indirirken hic bir fikrim yoktu hangi isimi gorecegine dair. fakat yine de denemek istedim. (tabi telefonunuz yeniyse daha bir istekli oluyorsunuz bu tur seylere karsi.) duzenli olma konusunda sikintilari olan biri olarak benim oldukca cok isimi gordu. soyle ki, onceleri bir metin okurken karsilastigim ilgimi ceken ya da isime yarayacak turden kaynaklari bir yere not eder, hatta kutuphanedeki yerini de bir yere yazardim. ama mesele su idi ki, o yazdigim yere bir daha donup bakmak aklima gelmezdi. boylece kaybolup giderdi. aylar sonra gorurdum ki not etmisim. simdi evernote ile kutuphanenin sitesinde kitabin ayrintili bilgisinin fotografini cekiyorum ve fotografin hemen yanina hangi konuda isime yarayabilecegini, nerede bu kaynakla karsilastigimi vs. turunden de notlar yaziyorum. boylece hem derli toplu oluyorlar hem de surekli yanimda tasiyorum. yalnizca telefondan degil, internete bagli herhangi bir bilgisayardan da ulasabiliyorum hesabima. ben bu sekilde kullaniyorum programi. bunlarin yanisira, upuzun metinler yazip istediginiz kisilerle de paylasabilinebiliyor bunlar ama ben bu amacla kullanmadim henuz. (https://www.evernote.com/)

2. mendeley: ben bu programi cok kullanmiyorum. daha cok reference manager turunden bir program olarak bilinen mendeley’e istediginiz bir kitabin kunyesini ayrintili bir bicimde kaydedebiliyorsunuz. ben bu tur isler icin evernote kullaniyorum ama kimbilir belki bir gun severim diye de telefonumdan silmiyorum. kullananlar cokca ovuyorlar… (http://www.mendeley.com/)

3. dropbox: bir arkadasimin tavsiyesiyle tanistigim bu programi bir suredir kullaniyorum. ozellikle yedeklemek istedigim belgeler ve makaleler icin kullaniyorum ve cok memnunum. telefondan bile ulasabiliyor olmak da diger bir guzel yani. hard diskimi surekli yanimda tasimak zorunda olmamak da guzel bir sey.

4. kindle: ebook olayi yayginlasali cok zaman oldu ama ben hic isinamadim onlara. ama dusundum tasindim birkac gun once kindle siparisi verdim amazondan. ben en cok bu aleti, turkiye’ye dondugumde kolay yoldan yabanci dilde kitaplari satin alabilecegim umuduyla istiyorum. diger taraftan kitap kokusunu bu gercek gibi bile gelmeyen aletle degistirmemin diger bir sebebi, kitap tasimaktan gercekten yorulmam ve icerisinde yuzlerce kitabimin olabilecegi bir alete saskinlikla bakakalmam. pdf’leri okuma konusunda problem olduguna dair elestiriler okudum ve pdf makalelerim benim icin oncelikli simdilik. bu zamana kadar bu aleti almamamin birinci sebebi bu sanirim. henuz elime ulasmadi, merakla bekliyorum.

5. ipad: benim apple dunyasiyla tanismam iphone4 ile oldu. ve bu iliskinin ileriye gitmesi de suya dusen ve kisa devre yapan, kendi kendini imha eden telefonumu, sigorta kapsamina girmedigi halde, 5 dakika icinde yenisiyle degistirmeleri oldu. sanirim nihai amaclari olan musteri kazanma amaclarina ulastilar. ama henuz fiyati ve islevinin ve dahi boyutunun benim icin problem olacagi kaygisindayim. ama kullananlar pdf belgeler konusunda cok memnunlar. bu konuda hic suphem yok. fakat kindle’a gore dezavataji benim icim, birseyler okumaktan ziyade, bir cok amaca yonelik yapilmasi (internet, oyun…vs.) ve ekraninin kindle kadar okumaya musait, goz yormayan cinsten olmamasi.

6. google scholar: herhalde bilmeyen yoktur bunu. makale aradigimda ilk basvurdugum site google scholar. jstor’daki makaleleri bile google scholar uzerinden ariyorum. bir sitede mevcut makalelerin yalnızca %2 sine google scholar üzerinden ulasilabildigini okudum ama benim isimin %80’ini goruyor diyebilirim.

bir an kendimi avrupa metodlarını islam dunyasına uygulamaya kalkan modernistler gibi hissettim. buralarda bunlar yaygın ve türkiye’de de ise yarayabileceklerini düşünüyorum. acıkcası türkiye’deki kaynak edinme metodları ya da araştırmaya yönelik pratik çözümlerden çok fazla haberim yok. yök’ün sitesinden tez indirilebildiğini biliyorum.. birilerinin beni aydınlatması lazım sanırım bu konuda.

bu arada, tum bu yazdiklarim, programlar, aletler… vs. mi benim isimi goruyor yoksa ben mi onlarin isini goruyorum bilmiyorum ve acikcasi dusunmek de isime gelmiyor pek.

Okumaya devam et bu devirde tez yazmak?