Akademik Yazımda “Empati”: Kısa ve Net Cümleler Kurmak

İtiraf edelim, hepimizin olmasa da birçoğumuzun akademik cümlelerin uzun ve karmaşık olması gerektiğini düşündüğü ya da akademik bir metinde upuzun bir cümle gördüğünde bunu normal karşıladığı bir dönemi olmuştur. Aslında bunun arkasında, kendi kendimize, ilmek ilmek ördüğümüz bir anlayış var: Bir cümle çok uzun ve aynı zamanda anlamlı ise, bu durum, yazarının üstün bir dil kullanma kabiliyetine sahip olduğunu gösterir. Cümlenin uzunluğu artıyor ve buna rağmen anlamlılık devam ediyorsa, yazar eşsiz bir kabiliyete sahiptir. Ayrıca eğer akademik bir metindeki uzun cümleler anlaşılması zor ise, o da bizim anlama kabiliyetimizdeki eksiklikten kaynaklanır. Birileri bize bu anlayışı doğrudan yüklemedi. Biz muhatap olduğumuz akademik metinlerin genel karakteristiği ile kültürel olarak kodlarımıza işlenen kontrolsüz tevazuyu birleştirerek bunu öğrendik. Sonra da doğru kabul ettik.

Eğer edebi bir metin ortaya koymak gibi bir amacınız yoksa – ki bence burası da tartışılır – sözcükleriniz mümkün olduğu kadar kısa, net ve anlaşılır olmalı. (Anlamlı olması gerektiğini söylememe gerek yok, sanırım). Akademinin yazılı olmayan kurallarındandır bu. Belki de artık yazılı bir kuraldır.

Şimdi buradan empatiye nasıl geleceğim, inanın ben de merak içindeyim.

Birkaç yazı önce “akademik bir metni psikolojik süreçlerle ilişkilendirebilir miyiz?” diye sormuştum. Aynı soruyu tekrar soruyorum ve ekliyorum: Yazdığınız akademik bir metne hiç empati ile yaklaşmayı denediniz mi? Empati, kısaca, kişinin kendisini bir başkasının yerine koyarak onun gibi hissetmesidir. Bu durumda akademik bir metni yazarken empati ile yaklaşmak, muhatabının yani okuyucunun yerine kendini koyarak yazmaktır. Hem yazar hem de okuyucu olmaktır. Hemen herkes yazdığı bir metni son kez baştan sonra okur. Bu son okumayı yaparken yazar, her bir cümleyi zaten kendisi yazdığı için anlama sorunu yaşamayacaktır. Fakat burada okuyucunun gözüyle okuma yapmak, yani empati içeren bir tutumla yaklaşmak, işin boyutunu değiştirebilecek bir yaklaşım. Empati ile yaklaştığınızda esas mesele anlatmak değil; anlaşılmak olur. Anlaşılmanın en önemli parçası da karşındakini zorlamadan, kolayca anlaşılmak. Çünkü herkes bir şeyi anlamaya çalışırken bunun kolayca gerçekleşmesini ister. Burada sade, kısa ve açık cümlelerin kullanımı, o halde, empati içeren bir yazarlık biçiminin tek unsuru olmasa da önemli unsurlarından biri. Okuyucuya keyifli bir okuma deneyimi sunmak ya da etkileyici bir yazarlık sergilemek her akademik yazarın yapabileceği bir şey değil; ama açık ve net olmak herkesin sunabileceği bir yazarlık tarzı. Bu bakımdan akademik bir metinde empatiye yer vermenin belki de en kolay yolu.

Uzun ve karmaşık cümleler, okuyucuyu bir zaman sonra üstünkörü bir okumaya yönlendirir. Okuyucu anlamaya çalışmaktan bir süre sonra vazgeçer ve metinden kopar. Eğer amacınız düşüncenizi aktarmak ve anlaşılmak ise, böyle bir durumla karşılaşmak tabi ki istemezsiniz. Uzun uzun akademik cümleler yazıyorsak hiç kusura bakmayalım; şu üç şeyden biri ya da birkaçı vardır bunun altında:

  • Ne söyleyeceğini ya da söylemeye çalıştığını kendisi de tam bilmemek fakat bunu belli etmemeye çabalamak.
  • Halen uzun cümlelerin karizmatik olduğunu düşünmek ve kendini işin uzmanı gibi gösterme kaygısı.
  • Yazdığını dönüp tekrar okumamak ve anlaşılma derdi taşımamak.

Kısa ve anlaşılır şekilde yazmak benim uzun zamandır kendimle ilgili çalıştığım ama hala tam anlamıyla, özellikle İngilizce yazarken, istediğim noktaya erişemediğim bir akademik seviye. Bu konuda şu an okuduğunuz yazıyı yazmak ise, en son üzerinde çalıştığım bir metni tekrar okurken, kendime hitaben “ya hu insan okuyacak bunu, insaf” dediğimde aklıma geldi. Karmaşık, uzun bir cümle kurmuşum. Cümle anlamlı ama kafa karıştırıyor. Cümleyi iki parçaya bölerek çözüm buldum. Uzun ve karmaşık yazmanın bir de çok daha vahim bir versiyonu var. Bir metinle karşılaştım, bir sürü şey söylemeye çalışan bir sürü cümle dolu. Cümlelerin bazıları o kadar uzun ki, anlayarak okumaya kalktığınızda cümlenin başından başka anlam, sonundan başka anlam çıkıyor. Sonunda da okuyucu olarak elinizde bir tek hiç bir karşılığı olmayan bir zihin yorgunluğu kalıyor. Bu yüzden hakemlik yaptığım makalelerde ya da okuduğum tezlerde yazar akıcı, kısa, net bir uslup kullanmışsa ilk işim bunu taktir etmek oluyor.

Photo 1 by Chastagner Thierry on Unsplash

Photo 2 by Lysander Yuen on Unsplash

Literatürdeki Boşluğu Problem Haline Getirme / Akademide Manipülatif Yazarlık-2

Yazının ilk bölümünde manipülatif olarak nitelendirilebilecek bir usulden bahsetmiştim (bkz. işte burada). Konunuzun önemini, ele alınmaya değer olduğunu, literatüre katkı sağlama potansiyelini vurgulamak için mevcut literatürü bilinçli çarpıtma girişimi. Bunun bilinçsiz olarak yapılanı da olabilir. Fakat manipülasyon ifadesini kullanacaksak, bilinçli bir davranış olduğunun altını çizmemiz gerekir.

Akademik yazarlıkta manipülasyon: kendi argümanının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyabilmek amacıyla mevcut literatürün meseleyi ele alış biçimini, mevcut iddiaları bağlamlarından kopararak “problemli” göstermek suretiyle meselenin ele alınmaya değer ve alternatif bakışlara muhtaç olduğu hissiyatını yaratmak ve okuyucuyu bu doğrultuda yanıltmak.

Bu mesele ne aşamada doğuyor? Ele alınması planlanan konunun problem haline getirilmesi aşamasında.

Eğer bir konuda çalışma yapacaksanız ve eğer gerçekten iyi bir çalışma olsun istiyorsanız, o konuyu bir şekilde problematize etmek yani problem haline getirmek zorundasınız. Bunun yolu ise ilk olarak literatürü iyi tanımaktan geçiyor. Literatürü iyi tanımak, size, o konudaki literatürün mevcut durumunun yol açtığı eksiklikleri, sorunlu yanları görmenizi sağlayacaktır. Nelerin ele alınmış olup nelerin atlandığı ya da belki bir meselenin yeni ortaya çıkan bir sorun olduğu için henüz dikkat çekmediğini gösterecektir. Buna literatürdeki boşluk diyoruz; ama siz bunu her zaman kelimenin tam anlamıyla boşluk olarak anlamayın. Bu konuda daha fazla detay için bir süre önce çektiğim şu videoya göz atabilirsiniz:

Daha önce bahsettiğim makalede yazar, belki de farkında bile olmadan, yanlış bir hareket noktasından ilerlemişti. O, mevcut yaklaşımları problemli göstererek kendi yaklaşımını ortaya koymaya çalışıyordu. Halbuki ele almaya çalıştığı konunun ait olduğu literatürün sorunu daha farklıydı. Yazar, o konuda diğer yazarların büyük bir ayrım içerisinde olduğunu söyleyerek, sanki o alanın en belirgin tartışmalarından birini ele alıyormuş gibi göstermeye çalışıyordu. Halbuki, o konuya yıllarını vermiş ve literatüre hakim olan biri olarak ben biliyorum ki, ele aldığı mesele, üzerinde çok da durulmamış bir konu. Çünkü belli ki, çok problemli bir mesele olarak görülmemiş ve atlanmış.

Fakat başkaları bir konuyu kayda değer bir mesele olarak görmedi diye biz bu konuyu ele alamaz mıyız?

Tabi ki alabiliriz. Ama eğer biz gerçekten ele almaya değer görüyorsak. Bahsettiğimiz yazar (1) konunun hak ettiği değeri görmediğini, (2) sadece şu şu yazarların konu hakkında bir iki söz söylediğini (nerede ve ne şekilde söylediklerine direkt kaynak referansı vererek), (3) fakat meselenin gereken şekilde detaylı ele alınmadığını söyleyerek işe başlayıp, (4) bu durumun konunun bütün olarak anlaşılmasına şu şu şekilde engel olduğunu belirtip, (5) tüm bunların karşısında aslında şu şu sebeplerden dolayı önemli ve ele alınması gereken bir konu olduğuna dikkat çekerek başlayabilirdi. Yani, kısaca, konuyu tartışmalı bir alan olarak göstermek yerine literatürde boşluk olduğu sorunundan ilerleyebilirdi. Eğer konunun ele alınmaya değer olduğu, fakat yeterince ele alınmadığı sorunundan hareket etseydi, benim ve belki de başka yazarların da görüşlerini, tartışmalı bir tarafa ait kılmak adına çarpıtma ihtiyacı hissetmezdi. Yazar bunu farkında olmadan yapmış olsa dahi, bu davranışının temelinde yanlış hareket noktasından ilerlemesi ve cevabını aradığı soruyu bu yanlış hareket noktasının belirlemiş olması kuvvetle muhtemel. Yani, siz mevcut yaklaşımları a ve b olmak üzere iki kutupta kategorize etmek istediğinizde karşınıza çıkan her cümleyi bu gruplardan birine sokacak bir bakış açısıyla okursunuz ve nihayetinde bağlamdan kopuk bakış açısı ortaya çıkabilir. Sonuçta en kolay olan yol bu olduğu için de, sizin davranışınızın manipülasyon amaçlı olup olmadığı konusunda soru işaretleri doğar ve akademik bir yazar olarak güvenilirliğiniz zedelenir.

Tez konusu ya da makale konusu olarak ele alınmaya değer gördüğünüz bir problemin yeterince ele alınmadığını gördünüz, fakat buna nasıl dikkat çekeceğinizden emin değil misiniz? Benim önerim burada kendinize aşağıdaki 3 soruyu sorarak şu şekilde ilerlemeniz olacaktır:

  1. NE sorusu: Burada önce kendinize şu soruyu sorun: Bu konunun yeterince ele alınmamış olmasının arkasında, en temelde ne yatıyor olabilir? Bu sorunun cevabı sizi iki sonuca götürebilir: I) o konuyu ele almanın kimseye bir faydası yoktur, literatüre katkı sağlamayacaktır, ya da o konu hakkında bir çalışmanın yürütülebilmesi için yeterli malzeme yoktur, konu bir yere varamıyordur. O yüzden ele alınmamış, değinilip geçilmiştir. II) ele alındığı taktirde gerçekten literatüre katkı sağlayacak bir konudur fakat henüz pek dikkat çekememiştir. Ta ki siz farkedene kadar. Eğer sorunun cevabı I numaralı cevap ise zaten ne yapacağınızı biliyorsunuz.
  2. NEDEN sorusu: Eğer sorunun cevabı II numaralı cevap ise şu soru ile devam edebilirsiniz: Bu konu/soru literatür için neden önemli? Burada okuyucuyu konunun önemli olduğuna ikna etmeniz beklenir. Bunu illa ki uzun uzadıya yapmanıza gerek yok. Çoğu zaman bir iki cümle iş görebilir.
  3. NASIL sorusu: Burada kendinize soracağınız son soru ise şu: Bu konuyu/soruyu ele alarak literatüre nasıl bir katkı sağlamış olurum? Bu soruya vereceğiniz cevap aynı zamanda sizin çalışmanızın amacını da tespit etmenize yardımcı olacaktır.

Photo by Rabie Madaci on Unsplash

Akademide Manipülatif Yazarlık -1

Akademik bir metni psikolojik süreçlerle ilişkilendirebilir miyiz? Ahlak anlayışımızın akademik çalışmalar da dahil, ortaya koyduğumuz her işte kendini gösterdiği bir gerçek. Peki diğer insanî durumlar? Mesela gerçekleri çarpıtma eğilimine akademik yazarlıkta rastlayabilir miyiz?

Bir makale yazarken sizden mevcut literatürü arkanıza almanız beklenir. Literatürü arkanıza alarak kendi argümanınızı desteklersiniz. Bunun iki adımı var. Birincisi kolay adım: Sizinle aynı fikirde olan yazarların görüşlerine yer verirsiniz. Yani “bak ben bunu söylüyorum ama, aynı şeyi söyleyen başkaları da var, bence bir düşün…” alt mesajıyla kendinize destek temin edersiniz. İkincisi ise zor adım: Sizden farklı düşünenlerin, hatta tam tersini düşünenlerin iddialarına yer verirsiniz. Neden onların yanlış düşündüğünü ortaya koymaya çalışırsınız. Sizin çalışmanızı özel kılan bu adımdır aslında; yani sizden farklı düşünenlerin neden yanıldıklarını ispatlamak. Özellikle mevcut teorilerin yetersiz olduğu fikrinden hareket ediyorsanız, neden bu teorilerin sorunlu olduğu sorusu sizin çalışmanızın genellikle hareket noktasıdır. Teşbihte hata olmaz; her şey zıddıyla kaim ise, sizin argümanınız da zıddını ortaya çıkardığınız ölçüde ve sağlamlıkta kaim olur/ayakta durur.

Bir konuda ortaya konmuş iki tür iddia düşünelim. Bunlardan birine “X”, diğerine “Y” iddiası diyelim. Bunları gören bir akademik yazar, bu iddiaların her ikisini de yetersiz/sorunlu olduğunu düşünüyor. Kendisi bir iddia kafasında kurguluyor. Buna da “Z” iddiası diyelim. “Z” iddiasını ortaya koymak için “X”in ve “Y”nin geçersizliğini göstermesi lazım. Fakat şöyle bir sorun var: “X” ve “Y” o kadar az kişi tarafından savunulmuş ki, sanki ortada aslında çok da konuşmaya değer bir problem yok gibi. Fakat yazarımızın kendi “Z” iddiasının bilinmesini gerekli gördüğünü ve literatüre katkı sağlayacağını düşündüğünü farz edelim. Hatta belki gerçekten de önemli bir katkı sağlayacaktır. Peki bu durumda yazarın ne yapması lazım? Hakkında bu farklı iddialar ortaya konmuş fakat sadece değinilip geçilmiş, üzerinde çok durulmamış bu meseleyi bir şekilde problematize etmesi lazım. Bu problematize etme işinin türlü türlü makul yolları var. Fakat karşılaştığım bir olay, bunun her zaman makul şekilde yapılmadığı, bir şeklinin de manipülasyon olabileceği fikrini aklıma getirdi. Yani o konuya bir şekilde değinmiş yazarları seçip, onların meseleye değiniş biçimlerinden bir sonuç çıkarıp, o çalışmaların genelindeki iddiayı görmezden gelip, sadece kendi işine yarayacak kısımlardan hareketle bu yazarlara bazı iddialar atfetmek, böylece de kendi alternatif görüşünü “stand out” yapmak. Yani öne çıkarmak. AHCI kategorisinde bir dergiye gönderilmiş bir makaleyi hakemlik için okurken bana atfedilmiş bir iddiayı görünce tüm bu manipülatif yazma biçimine dair düşünceler aklıma geldi. Çünkü bana atfedilen iddiada bulunmadığım gibi aslında çok daha farklı bir şeyi savunmuştum. Bu durum yazarın tüm çalışmasına şüphe ile yaklaşmama sebep oldu. Yani bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yapılmış bir bağlam dışı okumanın neticesinde ortaya çıkmış bir çarpıtma, beni o yazarın güvenilirliğini sorgulamak zorunda bıraktı.

Akademik yazarlıkta manipülasyon: kendi argümanının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyabilmek amacıyla mevcut literatürün meseleyi ele alış biçimini, mevcut iddiaları bağlamlarından kopararak “problemli” göstermek suretiyle meselenin ele alınmaya değer ve alternatif bakışlara muhtaç olduğu hissiyatını yaratmak ve okuyucuyu bu doğrultuda yanıltmak.

Peki böyle bir durumda, yani argümanınızın önemli olduğunu düşündüğünüz, fakat bunu destekleyecek yeterince veri elinizde olmadığı durumlarda ne yapabilirsiniz? Elinizdeki meseleyi nasıl problematize edebilirsiniz?

Devam edecek….

Taze Çıktı (sayılır) !

Geçtiğimiz Haziran ayında Routledge’tan, doktora tezim üzerine inşa ettiğim bir kitap yayınlandı. İlgilisine duyurulur. Uluslararası kitap yayınlama süreci ile ilgili bir post ya da video paylaşma niyetim var. Yine ilgilisine duyurulur.

https://www.routledge.com/Becoming-a-Genuine-Muslim-Kierkegaard-and-Muhammad-Iqbal/Ozturk/p/book/9780815347354 

9780815347354

Tez – en genel çerçevesiyle

Bu yazının konusu çok temel bir soru: Tez nedir? Daha geniş bir ifadeyle, bir tezin neyi içermesi gerekir? İyi bir tezden ne beklenir? Bu konu baştan çok cazip gelmeyebilir, yani doktora aşamasında bir araştırmacı olsam bana cazip gelmezdi sanırım. Doğrudan tez yazımı ile ilgili öneri almayı tercih edebilirdim. İşte bu yüzden konuyu çok temel şeylere değinerek en az sıkıcı olabilecek şekilde sunmaya çalışacağım. Bir doktora öğrencisi değil, o yolu çoktan tamamlamış biri olarak söylüyorum, bu soruyu sormadan başlarsanız yola, sürekli başa dönüp, eksik olan ne acaba diye düşünmek sizin için kaçınılmaz olacak. Ayrıca bu soru üzerine düşünmek neyi neden yaptığınızı anlamlandırmanıza da yardımcı olacak.

Birazdan bahsi geçecek nitelikleri taşımadığı taktirde bir tez geçer not alamaz demek yanlış olur. Fakat bu hususların, iyi bir tez yazmış olmayı hedefleyen herkesin göz önünde bulundurması gereken noktalar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Birçok tanımla karşılaştım fakat bana en uygun gelen tarife göre en genel anlamda tez, genişletilmiş bir argümanın sunumudur. Bu argümanı sunmanın çok net çizgilerle çizilmiş, genel-geçer sınırları yoktur. Her danışmanın, her üniversitenin kendine has kuralları olabilir. Mesela benim mezun olduğum Manchester Üniversitesi’nde bir tez 80bin kelimeden daha uzun olmamalı şeklinde bir kural vardı. Başka bir üniversitede bu üst sınır 100bin olabilirken benim üniversitemde mesela 90bin kelimeye çıktıysanız çok geçerli bir gerekçe sunmadığınız taktirde teziniz olumsuz yorum ile karşılaşabiliyordu. Bu türden kurallar genellikle öğrencilere kılavuz şeklinde erişime açılıyor. Öncelikle bu kılavuzu incelemenizi öneririm. Ayrıca her danışmanın doktora öğrencisinden beklentisi de birbirinden farklılık gösterebilir. Danışmanınızı da bu anlamda tanımaya çalışın. Danışmanınızın yönettiği -varsa- diğer tezlere göz atmak da iyi bir başlangıç olabilir.

Bizi burada ilgilendiren en önemli şey, hani tez genişletilmiş bir argümanın sunumu dedik ya, bu argümanın taşıması gereken nitelikler. Bir doktora tezinin taşıması gereken en temel nitelik ait olduğu alana orijinal bir katkı sağlamasıdır. Bu da öncelikle bir boşluğun tespit edilmesi ile başlar, bir konunun problematize edilmesi yani bir meselenin problem olarak sunulabilmesiyle başlar. Bu, başlı başına bir konu olduğu için şimdilik girmiyorum.

Bir doktora tezi, tezi hazırlayan araştırmacının konuya hakimiyetini ispatlar. Konuya hakimiyet, aynı zamanda konunun belli sınırlar dahilinde olduğunun vurgusunu da içerir. Neyin bahsi geçen konunun sınırları dahilinde olduğunun, neyin ise konunun dışında kaldığının farkında olduğunu gösterir. Diğer taraftan vurgulamak gerekir ki, tez her yönden akıl merkezlidir. Akıl bir kişinin sınırlı bir sürede ve belli bir alanda ne kadar uzmanlaşabileceğini az-çok kestirebilir. O yüzden tezinizin doğrudan içeriğine dahil olmayan konularda soru aldığınızda hem kendinize hem diğerlerine “bilmiyorum”, “benim çalıştığım kısımın dışında”, “daha araştırmamın başındayım henüz o kadar bilmiyorum” demekten asla utanmayın, korkmayın. Sınırlarının farkında olmak ve bunu rahatça ifade edebilmek bir bilinç seviyesi göstergesidir.

Bir tezin ortaya koyulup savunulması aracılığıyla aslında hedeflenen şey kişinin kendini ispat etmesidir. Diğer bir ifade ile, siz bir tez ortaya koymakla şunu demeye çalışıyorsunuz: Ben bu kapıdan içeri girmek istiyorum ve oradan içeri girmeye hem hazırım hem de bunu hak ediyorum. İşte size ispatı. Elimde gördüğünüz kocaman metinde x konusunda bir problem, ya da bir yanlış anlaşılma, ya da bir eksiklik, ya da alana önemli katkı sağlayacağına inandığım bir yaklaşım… olduğunu iddia ediyorum. Bunu size ispatlıyorum ve bunu yaparken de hem metodolojik hem de teknik anlamla gereken tüm imkanları uygun şekilde kullanabildiğimi de gösteriyorum. Sizin koyduğunuz teknik kurallar dahilinde hareket ettiğim için hem sizi hem de işimi ciddiye aldığım sonucunu rahatlıkla çıkarabilirsiniz. Konuyu kendi sınırları içerisinde dağıtmadan ele alıyorum, tutarlı ve derinlikli bir tartışma sunuyorum ve hem kendi sınırlarımın hem de alanın sınırlarının farkında olduğumu gösteriyorum. Sonuçta da var olduğu iddiasıyla başladığım probleme tutarlı bir çözüm üretiyorum, ya da yanlış anlaşıldığını iddia ettiğim konuya kendi önerdiğim ve doğru olduğuna inandığım bir anlayışı sunuyorum, ya da henüz dokunulmamış bir konuyu ele alarak bir eksikliği dolduruyorum, ya da sunduğum alternatif yaklaşımla literatüre katkı sağlıyorum…vs. İşte bu yüzden tezde ana hedef kendini tez savunmasına hazırlama ve komiteye kabul ettirebilmek denebilir.

Özetle her kabul edilmiş tezin demiyorum; her iyi tezin içerdiği/içermesi gereken nitelikler:

  • Bir probleme işaret,
  • Teknik kurallara uyum,
  • Tutarlı ve sistemli bir sunum,
  • Sınırlar dahilinde derinlikli tartışma,
  • Orijinal katkı.

Aylardan Kasım, Aylardan Akademik Yazma Ayı

2011 yılında beri dünyanın bir çok ülkesinden katılımcının bir araya geldiği bir uygulama var: Academic Writing Month (AcWriMo) yani Akademik yazma ayı. Kasım a

yı boyunca yazıyorsunuz ve bu alışkanlığınız haline gelmesi ümit ediliyor sürekli ve düzenli yazmanın üretkenliğe ciddi manada olumlu etki sağladığına dair araştırmalara dayalı olarak. (Bununla ilgili olarak daha önceden paylaştığım bir yazı için: düzenli yazma ). Bu işten ilk başladığından beri haberim var ama başarıyla tamamlayamadım (bkz. Akademik yazma ayı). Ama sanırım bu yıl hazırım ve formu doldurdum.

İlgilisi için, işin özünü bu fikri başlatanların kendi ifadelerinin tercümesiyle ve biraz da aralara kendi kattığım ifadelerle kabataslak bir ceviriyle anlatmak istiyorum: Okumaya devam et Aylardan Kasım, Aylardan Akademik Yazma Ayı

Doktora Tezi Sonuç Bölümü Üzerine…

Şu yazıda ve şu yazıda doktora tezinin “giriş bölümü” ile ilgili yazmıştım. Tezin sonuç bölümü üzerine yazacağım bu sefer.

*****

Asıl meseleye geçmeden evvel belirtmek isterim ki, bunları yazabiliyor olmamın tek açıklaması doktorayı bitirmiş, bir tez yazmış olmam. Tezimi henüz bitirmediğim zamanlarda yazdıklarımda özellikle başka yerlerde duyup paylaştığımı belirtiyordum. En birinci kaynağım da How to Write a Better Thesis adlı kitabımdı. Şimdi durum daha farklı. Fakat “ben tezimi bu şekilde yazdım ve siz de bu şekilde yazmazsanız başarısız olursunuz” türünden dar görüşlü bir bakış açısı sergilemek istemiyorum. Benzer şekilde, nasıl akademik çalışma yapılır, nasıl tez yazılır, doktora yapmanın şartları.. şeklinde yukarıdan bakan bir bakış açısına sizi maruz bırakmak da istemiyorum. Çünkü tüm bunlar için sayısız usul olduğuna inanıyorum. Bu sebepten, hep söylediğim gibi, burada yazılanlar, her ne kadar her biri salt öznel nitelikte olmasa da, sadece fikir olarak kabul edilmesini istediğim hususlar. Okumaya devam et Doktora Tezi Sonuç Bölümü Üzerine…

Dinleyici Gozunden Iyi Bir Sunum

        Universitede lisans egitimi almaya basladigimdan beri ve agirlikli olarak doktora donemi ve sonrasinda ve bilhassa ASBU’de calisageldigim su son bir yilda cok sayida konferans, seminer, sempozyum vs sunumu dinleme sansim oldu. (Sadece son 1 yilda asagi yukari 50 adet). Bir konusmaci olarak olmasa da belki, dinleyici olarak yeterli tecrubem oldugu kanatine vardim yakin zamanda verdigim iki sunuma hazirlanirken*. Konferansta sunacagim metin uzerine calisirken bir konferans paperi nasil olmali sorusunun objektif olarak cevabi uzerinde durmadan evvel ben dinledigim bir sunumda neye dikkat ederim sorusuyla basladim. Zira basi, sonu, ortasi belli olmayan, kulaga cok sofistike gelmekten öte bir fonksiyonu olmayan kavramlara bogulmus, aciklamasi olmayan dataya ya da rakamlara burunmus, sunumu yapan kisi hazirladiklarini yalnizca kendi anlayacagi sekilde ve yalnizca kendine sunar bir tavirla hazirlamis hissi veren bir sunumdan hic hoslanmadigimdan eminim.

Okumaya devam et Dinleyici Gozunden Iyi Bir Sunum

Akademik Yazma ve Usul

Yazma ile doldurmayi istedigim bu yila baslarken yazma hakkinda yazarak baslamak istedim. Akademik yazma konusuyla ilgili olarak iki temel mesele uzerinde durulabilir: 1. usul, 2. uslub.

Usul ve uslub birbirine yakin ifadeler. Akademik bir metni olustururken o metnin o hale nasil geldigi, metni son sekline nasil getirdigimiz meselesini kastediyorum. Uslub ise usule nispeten cok daha sahsi, kisiye hastir. Bir metni okudugunuzda o metnin kim tarafindan yazildigi hakkinda yorum yapabiliyorsaniz bu uslubdur. Tartismali olarak iddia edebilirim ki, her bir (ciddi) akademisyen sayisi kadar farkli uslub olabilir, fakat usul bu kadar oznel [olmak zorunda] degildir. Diger taraftan yine tartismali olarak iddia edebilirim ki uslub sahibi olmak usul sahibi olmaktan daha zordur. Benim anladigim sekliyle, iki kavram arasindaki farka iliskin daha net olmak gerekirse, metni bir yemek olarak dusunebiliriz. Usul bu yemegin hazirlanip servis edilme asamasi, uslub da gorsel olarak sunumu ve lezzeti olabilir. Benim burada uzerine dusunecegim mesele usul yani metnin mutfak asamasi. Okumaya devam et Akademik Yazma ve Usul

Giris’iyorum 2: Icerik

Doktora bitti, ismimin onune iki harf eklendi. Doktorayi basariyla tamamlamanin verdigi guvenle sanirim blogda daha rahat sekilde tavsiyelerde bulunabilecegim. Daha once tezin giris bolumu ve bu bolumun amaci ve onemine dair kisa bir yazi paylasmistim. yazinin basligini da “giris’iyorum 1” seklinde koyarak devaminin geleceginin isaretini vermisim. Tezimin giris bolumunun tez savunma jurim tarafindan da ozellikle begenildiginin vurgusunun verdigi gazla 2. kismi yani giris bolumunun icerigi hakkinda yazmaya karar verdim. Okumaya devam et Giris’iyorum 2: Icerik