Yeni Yıl Kararları (+ İndirilebilir Verimlilik Planlayıcısı Hediye)

Her yeni yılın başında adettendir; biten yıl değerlendirilir, gelen yıl için yeni kararlar alınır. Genellikle sağlıklı beslenme, tasarruflu olma, spor yapma… vs. şeklindedir yeni yıl kararları ya da hedefleri. Bir hevesle kararlar uygulanmaya başlanır ama genellikle henüz Ocak ayı bitmeden birçok hedef yarıda kalır. Sırf bu yarım bırakma ihtimalinden dolayı yeni yılda karar almayı bıraktım, son birkaç yıldır. Onun yerine bu yıl, geçmişte bana iyi gelen, zamanımı iyi kullanmama yardım eden, her gün bir öncekinden daha iyi bir hale gelmeme yardım eden fakat bir şekilde bana olan katkılarının yeterince farkına varmadığım ve yeterince ciddiye almadığım alışkanlıklarımı daha etkili hale getirmeye karar verdim.

Bu alışkanlıklarımı gözden geçirdiğimde karşıma, tüm hepsinin tek bir çatıda toplandığını, aslında tek bir alışkanlığın neticesinde ortaya çıkmış olan iyi alışkanlıklar olduklarını gördüm. Bu tek çatı alışkanlık, ajanda ya da daha popüler ifadeyle planlayıcı kullanmak.

Düzenli olarak ajanda kullanmak son yıllarda edindiğim en iyi alışkanlıklardan oldu. Odaklanma yeteneğimi ajanda kullanarak geliştirdim. Erken kalkma alışkanlığımı ajanda kullandığım için edinebildim. Zamanımı neye harcadığımı, neyi hayatımdan çıkarıp hangi alanda kendimi geliştirmem gerektiğini hep ajandalarım sayesinde gördüm. Fakat, yıllar boyunca kullanmama rağmen ajanda tutmanın hayatıma bu kadar fazla anlam kattığını ne hikmetse tam anlamıyla yeni fark ediyorum. Bunu fark etmemin sebebi ise, son üç aydır ajandamı neredeyse hiç kullanmıyor olmam.

O yüzden yeni yıl için tek bir hedefim var: Ajanda kullanma alışkanlığının, hayatıma kazandırmayı istediğim diğer alışkanlıkların yerleşik hale gelmesindeki rolünün daha fazla farkında olmak ve bu farkındalıkla bu alışkanlığımı bir anlamda güncellemek.

Yani kısacası, yeni yılda, ömrüm vefa ettiği sürece inşallah benim hedefim, ajanda/planlayıcı kullanma işini her zamankinden daha sıkı tutmak ve bir sürü hedefle uğraşmak yerine tek bir hedefe odaklanmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak.

Uzun yıllardır ajanda kullanıcısı olduğum için bana iyi gelen yöntemleri ve bana nelerin iyi geldiğini de tespit ettim. Mesela bir çalışma günümde ne yaptığım ve tekrar çalışmaya oturduğumda, ertesi gün ya da başka bir gün, nereden devam etmem gerektiğinin bilgisi, kaç saat derin odaklı çalıştığım, güne biçtiğim verimlilik değeri, o gün sabah kaçta kalktığımın bilgisi, gün içerisinde gözüme çarpan ve unutmama ihtiyacı duyduğum kişisel ya da işle ilgili herhangi bir şey, haftalık değerlendirmeler, sonraki hafta için göz önünde bulundurulması gerekenler, neyi tamamladığım, neyi başardığım, hangi konu üzerinde kendimle ya da işimle alakalı olarak daha fazla çalışmam gerektiği gibi bilgiler benim iyi alışkanlıklar kazanmamda etkili oldu. Ayrıca odaklanma kapasitemi de yine ajanda kullanarak geliştirdiğimi, zamanımın daha fazla kontrolünde olma duygusunun zamanı daha dikkatli kullanmaya beni götürdüğünü yıllar içerisinde yakinen gözlemledim. Benim için faydalı olan tüm bu konuların bir başkası için de faydalı olacağına inanıyorum.

Kişiselleştirmenin ajanda kullanımında önemli olduğunu düşünüyorum; fakat henüz kendine ait bir yöntem geliştirmemiş olanlar için en azından denenmiş ve işe yarayan yöntemlerin uygulanması oldukça önemli. Yani piyasada allı pullu, süslü ajandalar her zaman kullanışlı olmuyor. Bu yüzden ajanda kullanma alışkanlığı edinmek isteyen herkesin kendi ihtiyaçlarını gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum.

Yıllardır kullandığım ve yukarıdaki sorular etrafında oluşturulmuş planlama yöntemini içeren ve bizzat kendim tasarladığım indirilebilir bir ajanda/planlayıcı formatı sunuyorum, ihtiyaç duyanların hizmetine. Ben de bu formatı ve sayfaları kullanıyor olacağım. Kendim için İngilizce olarak tasarladım (çalışma alanım itibariyle İngilizce düşünmeye alışkın olduğum için) fakat hem İngilizce hem de Türkçe formatı da mevcut.

Bu planlayıcılar için kullanım önerim, ihtiyacınız olduğu gün ve hafta sayısı kadar sayfaları bastırmanız. Özellikle yatay şekilde her bir A4 kağıda 2 sayfa denk gelecek şekilde bastırıp ortadan keserek defter boyutlarına getirince oldukça kullanışlı oluyor. Bu sayfaları ister spiralli bir dosyaya koyun isterseniz sekreterlik dosya ile kullanın, daha sonra arşivleyin. En iyi tarafı tüm bir ajandayı ya da planlayıcıyı yanınızda taşımak zorunda olmamanız.

“Akıllıca” Çalışmak Üzerine-II: Özfarkındalık

Çok değil; akıllıca çalışarak daha fazla verim elde etmenin birinci adımı olarak, zihin işçileri özelinde çalışmanın ne anlama geldiği sorusu üzerinde durmuştuk ve, madem sınırlı bir odaklı çalışma kapasitesine sahibiz, sağlıklı ve kaliteli bir çalışma tarzını, yani “akıllıca” çalışmayı günlük hayatımıza nasıl entegre edeceğiz? sorusunda kalmıştık (burada). Bu yazının konusu da, kaldığımız yerden devam edecek şekilde, “akıllıca” çalışmayı günlük hayatımıza nasıl entegre edeceğimiz sorusu, yani günlük çalışma rutinlerimiz ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun ve bütünlüğün inşa edilmesi meselesi olacak. Bu yazıda bu uyum sürecinin zihni arkaplanını teşkil eden unsurlar üzerinde durmak istiyorum. Serinin son yazısı olacak olan bir sonraki yazıda ise çalışma esnasında devreye giren faktörleri ele alacağız. Burada yazdıklarım – aksi yönde kaynak belirtmediğim sürece – odaklı çalışmayı meslek edinmiş bir akademisyen olarak uzun yıllar içerisinde edindiğim tecrübe ve donanıma dayanmaktadır.

Günlük çalışma rutinlerimiz ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun inşasında rol oynayacak olan iki temel unsur var. Biraz sonra detaylandıracağım bu iki unsurun ortak özelliği, özfarkındalık temelli olmaları. “Özfarkındalık” tıpkı kendine güven anlamındaki “özgüven” teriminde olduğu gibi kendinin farkında olmak anlamına gelir. Kendinin farkında olmak, burada ele alacağımız haliyle, kelimenin tam anlamıyla bir iç gözlem yaparak bazı konularda kendimizi tanımayı içeriyor.

Günlük çalışma hayatımız ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun ve bütünlüğün inşa edilmesindeki birinci özfarkındalığı, yani kendimizi tanımayı, zihnimizi sorular eşliğinde gözlemlemek şeklinde gerçekleştireceğiz. Bu soruların genel çerçevesi şu şekilde: Gün içinde en çok hangi zaman diliminde zihnim daha berrak? Hangi zaman diliminde fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak dinç hissediyorum? Gün içerisinde hangi zaman aralıklarında yaptığım işe yoğunlaşmakta daha az zorlanıyorum?… vs. Burada amaç, zihnimizin en verimli çalıştığı zaman dilimini tespit ederek tam kapasite çalışmamız gereken işlerimizi gün içerisinde bu bölüme yerleştirmek. Orayı tabir yerindeyse komple kapatmak. Çoğu insan için zihninin en berrak ve enerjik olduğu bu zaman dilimi sabah saatleri olmasına rağmen önemli bir kesim için bu zaman dilimi öğleden sonra olabilir. Hatta bir kesim için bu saatler gece herkesin uykuda olduğu saatlerdir. Bu hem biyolojik saatimizle hem de alışkanlıklarımızla alakalı bir durum. Önemli olan biz hangi kesimdeniz, onun cevabını bulmak.

Burada karşımıza çıkabilecek bazı engeller var. Özellikle belirli mesai saatleri içerisinde çalışmak durumunda olanlar, kendi zamanlarını kendileri dizayn etme lüksüne sahip olamayabilirler. Mesela sizin o en verimli olduğunuz zaman dilimine hooop bir toplantı konulabilir. Böyle durumlarda alınabilecek iki önlemden bahsedebiliriz. Birincisi, eğer o zaman dilimini her gün işgal etmeyecekse bu tarz işler, göz yumulabilir. İkincisi, eğer gerçekten bu zaman dilimi size ait değilse, düzenli olarak işgal altındaysa kendi biyolojik saatiniz üzerinde oynamalar yapmak durumundasınız. Güzel haber ise, biyolojik saat biraz çaba ile değiştirilebilir, üzerinde oynamalar yapılabilir bir parçamız. Eğer sabah saatleriniz size ait değilse, zihninizi nasıl öğleden sonraları dinç tutabilirsiniz, bu meselenin üzerine eğilmeniz gerekecektir. Yani hem günün hangi diliminde daha verimli çalışabildiğimizi tespit ederken hem de günün hangi zaman dilimi mevcut şartlar altında verimli çalışmaya en elverişli, onu tespit etmemiz gerekiyor.

Günlük çalışma hayatımız ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun inşa edilmesindeki ikinci özfarkındalık ise, ortalama bireyler olarak zihnimizin odaklı çalışma kapasitesinin 3-4-5 saatle sınırlı olduğu farkındalığıdır. Yani bir gün içerisinde gerçek anlamda verim elde ederek, derin odaklanarak, mesafe katederek işimizle meşgul olduğumuz, zihnimizde bir tatmin hissi, bir doymuşluk hissi yaşadığımız zaman dilimi ortalama 4 saate tekabül ediyor. Bu zaman sınırlaması verimlilik açısından hafife alınmayacak kadar önemli bir unsur. Zira bu konuda Parkinson Yasası adı verilen çok meşhur bir yasadan bahsetmem gerekiyor.1 Parkinson Yasası’na göre bir iş her zaman bitirilmesi için verilen süre içerisine yayılır. Yani bir işi bitirmek ya da tamamlamak için 2 günlük süreniz varsa onu 2 günde bitirirsiniz. 10 gün süreniz varsa 10 günde bitirirsiniz. Muhakkak tecrübe etmişsinizdir bu durumu. O zaman elimde yalnızca 4 saatlik bir odaklı çalışma süresi olduğunu bilmek birim işi dört saatte bitirebilmem için temel kaide.

Parkinson Yasası’nı hem günlük çalışmamızı günün en verimli çalışabildiğimiz bir zaman dilimine yerleştirerek hem de 4 saatle sınırlandırarak devreye sokmuş oluyoruz.

Sonuç olarak, akıllıca çalışmanın birinci adımı çalışmaktan ne anladığımızı belirgin hale getirmek, ikinci adımı kendimizi tanımayı merkeze alan iki alanda özfarkındalık geliştirmektir. Bu özfarkındalık alanları, günün hangi zaman diliminde en verimli çalışabildiğimizi tespit etmek ve çalışma kapasitemizdeki sınırlılığın farkında olmayı içerir. Bu iki adım akıllıca çalışmanın gülük hayat ile bütünleştirilmesinde zihni arkaplanını teşkil ederken serinin üçüncü ve son yazısında akıllıca çalışmanın günlük hayatımızla uyum ve bütünlük içerisinde sürdürülmesini sağlayacak olan fakat bu sefer çalışma esnasında söz konusu olan faktörleri konu edineceğiz.

kapak fotosu: Photo by NEOM on Unsplash

  1. C. Northcode Parkinson, “Parkinson’s Laws”, South Dakota Law Review, 5 (1960). https://heinonline.org/HOL/LandingPage?handle=hein.journals/sdlr5&div=4&id=&page= ↩︎

“Akıllıca” Çalışmak Üzerine: Çalışmaktan Ne Anlıyoruz?

Akıllıca çalışarak üretebilmenin, nitelikli çalışmalar yapabilmenin tecrübeyle sabit yollarından bahsedeceğim bir yazı dizisi tasarlıyorum. Bu yolların yalnızca ders çalışanların değil, pür dikkat vermeyi gerektiren tüm zihin işleriyle, kendini zihin işçisi olarak tanımlayan yani zihinsel odaklanmayı zorunlu kılan işlerle meşgul herkesin uygulayabileceği yollar olduğunun altını çizmek isterim. Bu dizinin birinci adımı olarak “çalışmak nedir?” temel sorusunu içine alacak şekilde, günlük ne kadar çalışmanın makul sayılabileceği üzerine tartışan bu yazı ile başlamak isterim.

Her yerde, özellikle sosyal medyada sıkça karşılaşmaya başladığımız bir ifade var: Çok değil; akıllıca çalış. İçi boş bir söylem değil bu. Bu aslında global çalışma kültüründeki, ya da daha doğrusu “çalışma” algısındaki bir değişime işaret ediyor. İnsanlar artık uzun saatler boyu çalışmak istemiyorlar. “Hustle culture” olarak bilinen, 90’larda haydi diyelim 2000’lerin başlarında moda olan uzun saatler çalışma vurgusu ve sürekli stres hali artık “moda” olmaktan çıktı. Bunun yerine “well-being”, “self-care” gibi kavramlar yaygınlaştı. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi ama “kişisel gelişim” (personal development) diye adlandırılan alan bile daha yaygın şekilde “kendine-yardım” (self-help) adını almaya başladı. (Mesela personal development books yerine self help books kullanımında olduğu gibi). Bu belki de, “kişisel gelişim” kavramının “hustle culture”ın bir parçası olarak var olması ile ilgili bir sonuç. Hatırlayanlarınız olabilir; insanların istedikleri her şeyi elde edebilecekleri alt mesajını veren nörolinguistik planlama (nlp) diye bir akım vardı. Bu akımın “istediğin her şeyi yaparsın, taşı sıksan suyunu çıkarırsın, yeter ki sen iste” vurgusunun, başarısızlık durumunda özgüven yıkımını doğurması kaçınılmazdı. 16 yaşından beri “kişisel gelişim” alanında, özellikle o zamanın modası nlp konusunda okumalar yapan biri olarak benim en çok dikkatimi çeken şey, “kişisel gelişim”in “kendine yardım” şeklindeki dönüşümü oldu. Tüm bu yeni kavramların gündeme gelmesinden aslında şu sonucu çıkarabiliriz: İnsanlar gelişmek istiyorlar, hep istiyorlardı; ama bunu artık çok çalışma ve çok stres kültürünün dayatması olarak değil; “kendi”lerine dönük bir şekilde içsel bir boyutta yaşamak istiyorlar. Bir taraftan dışarıdan değil; içeriden bir değişimi vurgularken, diğer taraftan özfarkındalık ve özşefkati içeriyor bu yeni çıkan kavramlar. Çok değil akıllıca çalışma vurgusunu da insanın kendisine şefkat ile yaklaşma girişiminin bir parçası olarak görüyorum. Çok da makul ve gerçekçi olduğunu düşünüyorum.

Geçenlerde twitterda bir paylaşım gördüm. Bir doktora öğrencisinin günde kaç saat çalışması gerektiğini söylüyordu ve bu 10-12 saat idi. Bu yazıyı yazmam konusunda aslında bana ilham veren de bu telkindi. Uyanık olarak geçirdiğiniz sürenin yarısını, hatta 2/3’sini çalışarak geçirme fikri beni, bu telkini ciddiye alacak olan kişiler, özellikle de öğrenciler açısından baktığımda rahatsız etti. Çoğu insanın, hele ki doktora yapan bir insanın bu kadar uzun saatler boyu çalışma lüksü bulunmuyor. Zira bunun mümkün olması için ciddi bir finansal desteğe ihtiyacınız var. Daha da ötesi, bu kadar uzun saatler boyunca çalışmak kısa vadede psikolojik ve fiziksel sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.* Daha önce de söylediğim gibi, artık uzun saatler boyunca çalışmanın modası geçti. “Hustle culture” denilen akım, artık modern kültüre dair en fazla eleştirilen meselelerden biri hale geldi. Ayrıca belki büyük bir iddia olacak ama birisi uzunca bir süre (mesela doktora boyunca) günde 10 saat çalışarak bir şeyi başardığını ve bu işi yapan herkesin bu şekilde çalışması gerektiğini söylediğinde işin doğrusu bana bu gerçek dışılığa bir davet olarak görünüyor. Burada iki ihtimalden bahsedebiliriz; yıllarca günde 10-12 saat çalıştığını iddia eden bir kimse ya çok “çalışkan” ve “üretken” biri olarak görülmek istiyordur, kendisini ve yaptığı işi “özel” kılma çabasına giriyordur; ya da gerçekten 10-12 saat masa başında olduğu tüm süre boyunca çalıştığını ve bunu fiziksel ve ruhsal sağlığını koruyarak yaptığını düşünerek kendini kandırıyordur. Birinci ihtimal için pek üzerinde durulmaya değer bir durum yok. Fakat ikinci ihtimal önümüze çok önemli bir soruyu çıkarıyor:

Zihin işçileri, yani zihinsel odaklanma gerektiren işlerle meşgul kimseler için çalışmak nedir? Çalışmanın anlamı nedir? Bu gruptaki insanlar “çalışıyorum” dediklerinde neyi kastediyorlar? Çalışma eylemlerinin içeriği ne?

Tecrübelerimizden hareket ederek cevaplayabileceğimiz bir soru bu. Gerçekten verim elde ederek, bir sonuca vararak, derin odaklanarak, mesafe katederek işimizle meşgul olduğumuz, zihnimizde bir tatmin hissi, bir doymuşluk hissi yaşadığımız zaman dilimi çalıştığımız zaman dilimidir. Çalışmak, zihnin sınırlarını zorlamak ve bu zorlanmadan keyif almaktır. Bir nevi “akış”ta olmak halidir bu.** Gerçekten ürettiğimiz ve ürettiğimizi hissettiğimiz zaman dilimi budur. Bu zaman diliminde içinde bulunduğumuz mekandan ve zamandan kopmalar yaşarız. Sadece yapmakta olduğumuz iş vardır önümüzde. Gider geliriz. Bunun dışında kalan tüm işler, yalnızca “yapılacaklar” listesinden eksilecek maddelerdir. Değersiz midir? Kesinlikle hayır. Ama çalışmak mıdır? Biri bize ne yaptığımızı sorduğunda “çalışıyorum” diyebiliriz; ama bu sadece genel olarak “iş yapıyorum” anlamında bir çalışmaktır.

Peki gerçek anlamda böyle bir çalışma gün içerisinde kaç saat boyunca sürdürülebilir? 10 mu? 12 mi? Keşke öyle olsa, fakat maalesef kapasitemiz buna elvermiyor. Birçok yerde bilimsel araştırmalara göre odaklı çalışmanın 4 ve istisnai durumlarda 5 saat olduğu aktarılıyor.*** Zaten kişisel tecrübem de bunu destekler nitelikte. Ben çalışırken odak halini bir günde 3 bazen 4 saat sağlayabiliyorum. Günde 4 saat çalışarak İngiltere’de doktoramı bana tanınan süre sınırları içerisinde bitirdim. Aynı metotla bu sene, belki de daha önce hiç olmadığı kadar verimli bir yıl geçirdim. Uzunca bir süre, özellikle lisansüstü dönemimde çalışma kapasitemin sınırlı ve düşük olduğunu düşündüm. Özellikle “hustle culture”ın etkisinde kalmış biri olarak bu benim için bir yetersizliği ifade etmekteydi. Çünkü yapabildiklerime değil; yapamadıklarıma odaklanıyordum. 3-4 saatin sonunda zihnim çalışmayı bırakıyordu ve halen de öyle. Bana göre, bir de daha uzun süre çalışabilsem kim bilir neler yapacaktım. Daha uzun süre çalışsam da aslında pek de fazla bir şey yapamayacağımı, bir şekilde akıllıca çalışmanın yolunu bulmuş olduğumu, zihnimin yorulmasının aslında tam kapasite çalışması anlamına geldiğini daha sonra okuduklarımdan, izlediklerimden öğrendim. Daha verimsiz çalıştığım dönemler oldu mu, tabi ki oldu. Bu dönemlerin çalışarak geçirdiğimi zannettiğim, hatta çok daha uzun süre harcadığım fakat aslında gerçekte yukarıda bahsettiğim “akış” halini tutturamadığım, odaklanma meselesini yeterince dert edinmediğim zamanlar olduğunun altını çizmeliyim.

Yani asıl mesele gerçekten, çok çalışmak, uzun saatler çalışmak değil; akıllıca çalışmak.

E peki ne yapacağız? Madem bu kadar sınırlı bir odaklı çalışma kapasitesine sahibiz, sağlıklı ve kaliteli bir çalışma tarzını, kısacası “akıllıca” çalışmayı günlük hayatımıza nasıl entegre edeceğiz? Bu soruya da nasipse bir sonraki yazıda değinelim.

*”Working long hours” arama terimleriyle google scholar taramasında karşınıza onlarca bilimsel çalışma çıkacak bu konuda.

** Akış kavramı daha genel anlamda kullanıldığı için, yani çalışmanın aksine verim ya da sonuç elde etme kaygısı taşımadığı için doğrudan akış olarak tanımlamaktan kaçındım.

*** Bilimsel araştırmalarda birincil kaynak bulamadım, yalnızca ikincil kaynaklardan bu bilgiye eriştim. Eğer bildiğiniz bir kaynak varsa paylaşırsanız memnun olurum.

kapak fotosu: Photo by Damian Zaleski on Unsplash

Bizi Kendimize Getirecek Olan Metot: “5 Neden”

Ne yaparsanız yapın, çalışmanızdan gereken verimi alamadığınız, kendinizi toparlayamadığınız, zamanınızı boşa harcadığınızı hissettiğiniz dönemler olmuştur. Böyle dönemlerde sizi kendinize getirmeye yardım edecek bir metodu tanıtacağım bu yazıda: “5 Neden” metodu.

“5 neden” metodu aslında teknik ve mühendislik alanlarında, daha özelde motor üretim sistemlerinde kullanılmak üzere Toyota firmasında 1930’larda geliştirilen bir yaklaşım metodu. Motor çalışma sisteminde ortaya çıkan teknik herhangi bir problemin alt nedenlerinin tespit edilmesinde uygulanan bir metot bu. Biraz sonra örnekle anlaşılır hale getireceğim metot, genel hatlarıyla, bir problemin en temel sebebine ulaşmak amacıyla 5 kez “neden” sorusunun sorulmasını içeriyor. Kısacası zincirleme şekilde “neden öyle oldu, neden böyle oldu” sorularını 5 defa sorarak ilerliyor. Bu metot daha sonra yalnızca teknik alanlarda değil; uygulanması mümkün olan bütün alanların problem tespitine yönelik tüm girişimlerinde kullanılmaya başlanıyor. Madem öyle, neden bunu çalışma verimliliği alanına da uygulamayalım ki?

Burada özellikle altını çizmem gerekiyor ki, 5 neden metodu, ayan beyan ortada olan bir probleme çözüm bulmaktan ziyade, problemin tespit edilmesi amacına yönelik bir girişim. Fakat, aslında problemi doğrudan çözmeyi hedeflemese de, çözümde kilit rol oynuyor. Ortada bir problem varsa bunun kalıcı çözümü problemin nedeninin tespit edilmesinden geçer. Dolayısıyla problemin ortaya çıkmasının esas nedenini bulmak birinci adım, o nedeni nasıl ortadan kaldıracağımıza kafa yormak ancak ikinci adım olarak düşünülebilir.

Kendi meselemize dönecek olursak, elimizde bir problem, işlemeyen bir sistem var: Verimli çalışamamak, odaklanamamak, işin başına oturamamak… vs. verimli çalışmamızın önünde engel olarak tanımlanabilecek herhangi bir durum ya da hal. Bu metodun verimliliğin geliştirilmesinde nasıl işe yarayacağını bir zihin egzersizi aracılığı ile görmeye çalışalım:

Şu an elimde olan ve kurtulmak istediğim problemi çalışamamak hali olarak tanımlayalım.

1. Neden çalışamıyorum?

  • Çünkü çalışma isteğim yok.

2. Neden çalışma isteğim yok?

  • Çünkü kafamı toparlamakta ve odaklanmakta güçlük çekiyorum.

3. Neden odaklanmakta güçlük çekiyorum?

  • Çünkü aklıma takılan ve mütemadiyen zihnimi meşgul eden bir mesele var.

4. Neden aklıma takılan bir mesele var/ Neden …. meselesi neden zihnimi meşgul ediyor?

  • Çünkü tamamlanması gerekiyor ve henüz tamamlamadım.

5. Neden henüz tamamlamadım?

  • Çünkü, vakti gelmedi = O zaman vakti gelene kadar zihnimden kaldırıp çalışmama dönebilirim.
  • Çünkü şu an yapma imkanım yok = O zaman yapma imkanım olana kadar zihnimden kaldırıp çalışmama dönebilirim.
  • Çünkü erteliyorum = o zaman önce yapmam gereken ve ertelediğim işi yapıp sonra esas işime dönebilirim.

Ben burada bir örnek verdim ama “neden” sorularına verilebilecek çok çeşitli cevaplarla çok çeşitli şekilde düşünülebilir bu. Aslında bir tür kazı yapma gibi de kabul edebiliriz bunu. Eyleme ya da daha doğrusu eylemsizliğe dönüşen zihni durumumuzun altını kaza kaza çekirdeğe ulaşıyoruz. Nedenlerimizi tespit ettikten sonra işler gözümüze daha kolay görünüyor. Böylece ne gibi önlemler almamız gerektiğini net bir şekilde anlayabilme imkanı elde ediyoruz. İşe yaramazsa gelin beni bulun, dükkan burda 🙂