“Akıllıca” Çalışmak Üzerine-II: Özfarkındalık

Çok değil; akıllıca çalışarak daha fazla verim elde etmenin birinci adımı olarak, zihin işçileri özelinde çalışmanın ne anlama geldiği sorusu üzerinde durmuştuk ve, madem sınırlı bir odaklı çalışma kapasitesine sahibiz, sağlıklı ve kaliteli bir çalışma tarzını, yani “akıllıca” çalışmayı günlük hayatımıza nasıl entegre edeceğiz? sorusunda kalmıştık (burada). Bu yazının konusu da, kaldığımız yerden devam edecek şekilde, “akıllıca” çalışmayı günlük hayatımıza nasıl entegre edeceğimiz sorusu, yani günlük çalışma rutinlerimiz ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun ve bütünlüğün inşa edilmesi meselesi olacak. Bu yazıda bu uyum sürecinin zihni arkaplanını teşkil eden unsurlar üzerinde durmak istiyorum. Serinin son yazısı olacak olan bir sonraki yazıda ise çalışma esnasında devreye giren faktörleri ele alacağız. Burada yazdıklarım – aksi yönde kaynak belirtmediğim sürece – odaklı çalışmayı meslek edinmiş bir akademisyen olarak uzun yıllar içerisinde edindiğim tecrübe ve donanıma dayanmaktadır.

Günlük çalışma rutinlerimiz ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun inşasında rol oynayacak olan iki temel unsur var. Biraz sonra detaylandıracağım bu iki unsurun ortak özelliği, özfarkındalık temelli olmaları. “Özfarkındalık” tıpkı kendine güven anlamındaki “özgüven” teriminde olduğu gibi kendinin farkında olmak anlamına gelir. Kendinin farkında olmak, burada ele alacağımız haliyle, kelimenin tam anlamıyla bir iç gözlem yaparak bazı konularda kendimizi tanımayı içeriyor.

Günlük çalışma hayatımız ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun ve bütünlüğün inşa edilmesindeki birinci özfarkındalığı, yani kendimizi tanımayı, zihnimizi sorular eşliğinde gözlemlemek şeklinde gerçekleştireceğiz. Bu soruların genel çerçevesi şu şekilde: Gün içinde en çok hangi zaman diliminde zihnim daha berrak? Hangi zaman diliminde fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak dinç hissediyorum? Gün içerisinde hangi zaman aralıklarında yaptığım işe yoğunlaşmakta daha az zorlanıyorum?… vs. Burada amaç, zihnimizin en verimli çalıştığı zaman dilimini tespit ederek tam kapasite çalışmamız gereken işlerimizi gün içerisinde bu bölüme yerleştirmek. Orayı tabir yerindeyse komple kapatmak. Çoğu insan için zihninin en berrak ve enerjik olduğu bu zaman dilimi sabah saatleri olmasına rağmen önemli bir kesim için bu zaman dilimi öğleden sonra olabilir. Hatta bir kesim için bu saatler gece herkesin uykuda olduğu saatlerdir. Bu hem biyolojik saatimizle hem de alışkanlıklarımızla alakalı bir durum. Önemli olan biz hangi kesimdeniz, onun cevabını bulmak.

Burada karşımıza çıkabilecek bazı engeller var. Özellikle belirli mesai saatleri içerisinde çalışmak durumunda olanlar, kendi zamanlarını kendileri dizayn etme lüksüne sahip olamayabilirler. Mesela sizin o en verimli olduğunuz zaman dilimine hooop bir toplantı konulabilir. Böyle durumlarda alınabilecek iki önlemden bahsedebiliriz. Birincisi, eğer o zaman dilimini her gün işgal etmeyecekse bu tarz işler, göz yumulabilir. İkincisi, eğer gerçekten bu zaman dilimi size ait değilse, düzenli olarak işgal altındaysa kendi biyolojik saatiniz üzerinde oynamalar yapmak durumundasınız. Güzel haber ise, biyolojik saat biraz çaba ile değiştirilebilir, üzerinde oynamalar yapılabilir bir parçamız. Eğer sabah saatleriniz size ait değilse, zihninizi nasıl öğleden sonraları dinç tutabilirsiniz, bu meselenin üzerine eğilmeniz gerekecektir. Yani hem günün hangi diliminde daha verimli çalışabildiğimizi tespit ederken hem de günün hangi zaman dilimi mevcut şartlar altında verimli çalışmaya en elverişli, onu tespit etmemiz gerekiyor.

Günlük çalışma hayatımız ve akıllıca çalışmak arasındaki uyumun inşa edilmesindeki ikinci özfarkındalık ise, ortalama bireyler olarak zihnimizin odaklı çalışma kapasitesinin 3-4-5 saatle sınırlı olduğu farkındalığıdır. Yani bir gün içerisinde gerçek anlamda verim elde ederek, derin odaklanarak, mesafe katederek işimizle meşgul olduğumuz, zihnimizde bir tatmin hissi, bir doymuşluk hissi yaşadığımız zaman dilimi ortalama 4 saate tekabül ediyor. Bu zaman sınırlaması verimlilik açısından hafife alınmayacak kadar önemli bir unsur. Zira bu konuda Parkinson Yasası adı verilen çok meşhur bir yasadan bahsetmem gerekiyor.1 Parkinson Yasası’na göre bir iş her zaman bitirilmesi için verilen süre içerisine yayılır. Yani bir işi bitirmek ya da tamamlamak için 2 günlük süreniz varsa onu 2 günde bitirirsiniz. 10 gün süreniz varsa 10 günde bitirirsiniz. Muhakkak tecrübe etmişsinizdir bu durumu. O zaman elimde yalnızca 4 saatlik bir odaklı çalışma süresi olduğunu bilmek birim işi dört saatte bitirebilmem için temel kaide.

Parkinson Yasası’nı hem günlük çalışmamızı günün en verimli çalışabildiğimiz bir zaman dilimine yerleştirerek hem de 4 saatle sınırlandırarak devreye sokmuş oluyoruz.

Sonuç olarak, akıllıca çalışmanın birinci adımı çalışmaktan ne anladığımızı belirgin hale getirmek, ikinci adımı kendimizi tanımayı merkeze alan iki alanda özfarkındalık geliştirmektir. Bu özfarkındalık alanları, günün hangi zaman diliminde en verimli çalışabildiğimizi tespit etmek ve çalışma kapasitemizdeki sınırlılığın farkında olmayı içerir. Bu iki adım akıllıca çalışmanın gülük hayat ile bütünleştirilmesinde zihni arkaplanını teşkil ederken serinin üçüncü ve son yazısında akıllıca çalışmanın günlük hayatımızla uyum ve bütünlük içerisinde sürdürülmesini sağlayacak olan fakat bu sefer çalışma esnasında söz konusu olan faktörleri konu edineceğiz.

kapak fotosu: Photo by NEOM on Unsplash

  1. C. Northcode Parkinson, “Parkinson’s Laws”, South Dakota Law Review, 5 (1960). https://heinonline.org/HOL/LandingPage?handle=hein.journals/sdlr5&div=4&id=&page= ↩︎